Neden magazin haberlerine inanmıyorum
DEMET Akalın o çizmeyi aldı mı almadı mı? Dün Fatih Altaylı’ya da söyledim; bana kalırsa almadı. Akalın’ın Instagram hesabında çizmeli tek bir kare var. Rodeo Drive’daki Saint Laurent mağazasında çekilmiş. Günahını almak istemiyorum, belki uygun zamanı bekliyordur. Ama kendisi de aldığını söylememiş. Kalp emojisi ve YSL yazmış resim altı olarak, o kadar.
Çizmenin 35 bin TL civarında olduğu, Akalın’ın çok önceden bu çizmeyi ayırttığı, nihayet çizmelerine kavuştuğu ise magazin basınında yer aldı. Adeta bir bültenden kopyalanmış gibi kelimesi kelimesine farklı gazetelerde aynı haber...
Demet Akalın kimi polemiklere yanıt olarak bir açıklama yaparken laf arasında “Dünya starlarıyla aynı çizmeyi giydim” diyor. “Aldım” demiyor yine. Instagram hesabında aynı çizmeyi giyen ünlülerle kendi fotoğrafını yan yana koymuş, aynı mağazadaki fotoğraf.
Çizmeye kafayı taktım, çünkü artık magazin sayfalarında ünlülerle ilgili hiçbir habere inanmıyorum.
GAZETECİNİN AYRICALIĞI
Bir siyasetçinin yalan dolu açıklamalarını ağzından çıktığı gibi sorgulamadan yazmakla, bir sanatçının basın bültenini bire bir yayımlamak arasında bir fark var mı? İkisi de çürümüş bir gazetecilik tarzı.
Magazincilerle yazdıkları konunun unsurları arasındaki ilişki o kadar yapışık bir halde ki kimin kimi kullandığını anlamak da zorlaşıyor. Haftalık köşesinde övdüğü mekânda 10 binlerce liraya DJ’lik yapan, hakkında yazdığı şarkıcıya şarkı sözü satan köşe yazarlarının olduğu düzende kim alan, kim satan?
Tıpkı spor basını gibi magazin basını da kendi içinde kapalı bir kutu olduğundan yaşananları dışarıdan ancak kimi sızıntılar ya da kendi içlerinde çatlak oluştuğunda anlıyoruz. Yıllar içinde üçüncü sınıf bir şarkıcının Kelebek’te yüzlerce kere haberinin yapıldığı gözümüzden kaçacaktı yoksa.
Bu çürümüşlüğü normalleştiren, meşru kılan da kendisini sektör lideri ilan edip gazetecilik adına neredeyse işlenmedik cinayet bırakmayan Hürriyet. Evet, gerçekten öncüler. Medya yöneticileri de magazinden anlamıyor ve kendilerini bu kapalı dünyanın gardiyanlarına teslim ediyor.
Oturup hepimiz, bütün gazeteler bir ortak çözüm bulmalıyız. Çünkü gidişat kötü.
ASIL HABER
Yüzeyde görünen Demet Akalın’ın çizmesinin fiyatı ya da Sibel Can’ın çıplak fotoğrafları olabilir; ben medyanın nasıl kullanıldığını görüyorum. Bir tayttan yola çıkarak futbol-devlet-mafya üçgeninin nasıl değiştiğini, bu kuşağın çocuklarının nasıl evrildiğini öğrenmek istiyorum. Gülben Ergen-Yeşim Salkım kavgasına da hiçbir zaman bir “kedi kavgası” olarak bakmadım, iktidar düşkünü iki kadın arasındaki bir taht yarışının ayrıntılarını merak ediyorum.
Siyasi yazarlar konuya dalmasa Murat Başoğlu olayı belki de basit bir “aldatma” haberi olarak geçiştirilecekti.
Tıpkı siyasette olduğu gibi magazinde de bir olayın neden olduğunu, gerçek haberi gazeteciler gizliyor. Siyasi haberler daha karmaşık bir denklem, ama magazinde gazetecilerin elini kolunu bağlayan, kendi kendilerini sistemin kuklası haline getiren kişisel tercihleri. Küçük kurnazlıklar, iç içe geçmiş ilişkiler, maddi hesapların toplamda verdiği zarar ise mesleğin inandırıcılığı. Sorun Demet Akalın’ın çizmeyi alıp almadığı değil, bu haberi okuduğumda neden içime kuşku düştüğü.
**************
TAVŞAN KARDEŞ
Amerikan basınında Playboy kurucusu Hugh Hefner’ın ardından o kadar çok övgü çıktı, bunun üzerine o kadar çok tepki yazısı yazıldı ki kafam allak bullak oldu.
Övgüler yine de ağır basıyor. Hefner’ın devrimci olduğundan tutun da insanlara hayal dünyası sattığına kadar... Oysa Playboy’un yaptığı kadını objeleştirmekten, ucuz bir satış unsuru olarak kullanmaktan öte değildi. Yanında dolaştırdığı tavşanların bir dekoratif unsur olarak kullanılması kadın eşitliğinin bir simgesi sayılamazdı herhalde.
BİR SORU BİR CEVAP
Türkiye’de de bir dönem yayımlanan Playboy neden tutmadı? Çünkü rakip olarak Playmen çıktı. Playboy göğsü ön plana çıkarıyordu, Playmen ise yerli pazarda kalçanın daha çok alıcısı olduğunu biliyordu ve buna göre oynadı.
**************
RESTORAN PROBLEMİ
YEMEiçme uzmanı Vedat Milor, geçenlerde İstanbul’da bir İtalyan lokantasını övgülere boğuyor.
Milor’un övdüğü tabaklardan biri ceviche, bir Peru yemeği.
Somon tartarın kökeni Asya üzerinden Fransız mutfağına dayanıyor...
Ne avokadonun ne de hamsinin İtalyan mutfağında yaygın olduğu söylenebilir...
Demek ki saf bir İtalyan lokantası değil, füzyona açık, başka mutfaklardan da esinlenen bir yer. Yemeklerin iyi olduğuna eminim.
LAHMACUN VE SUSHI
Tesadüfen gözüme çarpan bu mekân Türk lokantacılığında yaygın bir kusura işaret ediyor: Herkesi mutlu edebilme takıntısı. Hem lahmacun hem sushi satan bir lokanta dünyada sadece bizde görülen bir “füzyon” örneğin. Oysa her lokanta her yiyeceği sunmak zorunda değil.
Milor gibi kılı kırk yaran bir yemek uzmanından da beklediğim İtalyan lokantasını saf İtalyan “trattoria”sı olmaya yönlendirmesiydi.