Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KAÇIRANLAR için özet geçeyim: Birkaç hafta önce Vedat Milor’un övdüğü İstanbul’daki bir İtalyan lokantasını yeteri kadar İtalyan olmamakla eleştirmiştim. Mönüsünde başka mutfaklardan da yemekler bulunan lokantanın bu yemekler ne kadar güzel olursa olsun önceliğinin saflığı korumak, geleneksel bir İtalyan lokantası olması gerektiğini yazmıştım. Vedat Milor’un da Türkiye’nin en etkili yemek yazarlarından biri olarak övdüğü lokantayı buna teşvik etmesi gerektiğine inanıyordum.

        Bana yanıt olarak haklı gerekçeler sundu. Türkiye’de malzeme bulmanın zorluğu en önemli sorunlardan biriydi. Bu birçok mutfakta olduğu gibi İtalyan lokantalarında da şeflerin elini kolunu bağlıyordu. Kısacası, saflık aramak bu topraklarda zor olduğundan bulduğu iyi yemeği övmeyi tercih etmişti.

        Doğrusu ikna edici geldi yanıtı, pek de kaşımadım. “Kötü bir bresaola’dansa iyi bir pastırmayı tercih ederim” diyor Milor.

        İYİ YEMEK ŞART

        Geçen akşam Los Angeles’ta çok sevdiğim İtalyan lokantası Jon & Vinny’s’e gidene kadar da bu konu üzerine düşünmedim. Çok kalabalık olmayan yemek seçenekleriyle deneylere bulaşmadan bildiğini yapan bir lokanta burası. Birkaç çeşit pizza, birkaç ana yemek, beş-altı çeşit de makarna var. Ayrıca basit başlangıçlar.

        Fairfax üzerindeki bu küçük lokanta Ikea’dan döşenmiş gibi duran iddiasız dekoruyla açıldığı günden beri büyük başarı yakaladı. Yer bulmak çoğu zaman zor, sıraya girseniz saatlerce masa açılmıyor.

        Bu lokantayı bu kadar başarılı kılan sadece ve sadece iyi yemek yapması. Yaygın olarak bulunan reçeteleri aynen uyguladığı ve yediğimiz her şey ağzımızda tekrar gidip tekrar deneme hissi uyandırdığı için başarılı.

        İşte önceki akşam burada yemek yerken “Bizde de mümkün, yeter ki sonuna kadar imkânları zorlayalım” diye düşündüm ve Milor’a aradığım yanıtı buldum.

        Bir lokanta elbette mükemmel bir pastırma satabilir, ama o zaman oraya İtalyan lokantası denemez. Piyasada farklı mutfakları harmanlayan lokantalara da yer var elbette.

        Ben Türkiye’de de saf bir İtalyan lokantasının mümkün olduğunu düşünüyorum. Bresaola bulunmuyor mu piyasada, şef kendi kendine bunu yapabilmeli, bu yetkinliğe ulaşmış olması gerek. İyi domatesi gidip Anadolu’dan bulup getirtmeli. Piyasadaki unların, hatta şeker tanelerinin bile birbirini tutmadığını biliyorum. Ama dünyanın birçok yerinde insanlar evde kendi unlarını üretiyor, mükemmel bir pizza hamuru ve makarna yapmasını bir lokantadan beklemek çok şey olmasa gerek.

        VASATA KARŞI SAVAŞ

        Vedat Milor’un yanıtında asıl itiraz ettiğim nokta sadece yemekte değil, hayatın her alanında sadece Türkiyeli olduğumuz için “yetinmeye” mecbur bırakılmamız, sonucunda da vasata teslim olmamız. “Ne yapalım, bizden bu kadar roman çıkıyor, bizim filmlerimiz ancak bu kadar oluyor” diye Ahmet Altan’ı, Yılmaz Erdoğan’ı falan mı beğeneceğiz? Hayır, aksine hak ettiği gibi Yılmaz Erdoğan’ı yerden yere vuracağız ve ona kapasitesinin sadece bir skeç yazarlığı olduğunu gösterip kapladığı alanı ondan daha başarılı işler yapacak isimlere açacağız.

        Moda’da küçücük bir lokantaya yüklenmek istemiyorum, haksızlık olur. İyi niyetli ve gerçekten Milor’un dediği gibi başarılı olduğuna inanıyorum. Ama madem başarılı ve övgüyü hak ediyor, çıtayı daha da yükseltmemiz, başarı potansiyeli gördüğümüz insanlardan beklentimizi yüksek tutmamız şart. İlerlemenin şartı bu. Sunset ya da Ulus 29 gibi “süpermarket lokantalara” söyleyecek bir sözüm de yok, onlardan bir beklentim de. Ama Vedat Milor’dan var. Statükoyu ve mediokrasiyi yıkacak insanların öncüsü olması. En azından tek bir alanda.

        **************

        BİZİM KÜLTÜRÜMÜZDE CADI YOK

        YILLAR önce Hıncal Uluç tarafından ithal edilmesine rağmen üzerimize tam olup olmadığı tartışmalı bir elbise gibi duran Sevgililer Günü’nü daha tam oturtmamışken... Bakıyorum, özentilikte ve zorlama kutlamalarda son nokta Cadılar Bayramı olarak Türkçe’ye geçen “yerli Halloween” kutlamalarımız olmuş.

        Beykoz Kundura Fabrikası’ndaki bir partinin yarı İngilizce yarı Türkçe bülteni geldi. Bilet kategorileri “early bird” ve “avantajlı” gibi kategorilere ayrılmış. 160 TL’ye satılan biletler kapış kapış gitti.

        Halloween’in tıpkı Noel ya da Sevgililer Günü gibi Batı’da kutlanmasının dini bir dayanağı var. Bunlar birer festivale dönüşüp din bariyerlerini aşmış gibi görünse de geleneksel olarak Hıristiyanlıktan doğmuş, özünde bu kökenlerini koruyan bayramlar.

        Bizim kültürümüzde cadı var mı?

        YARATICILIK DA YOK

        Dahası, Halloween özellikle ABD’de gay’lerin egemenliğinde yaratıcılığın sınırlarının da zorlandığı bir festival. Birbirinden iddialı kostümler için haftalar öncesinden plan yapılıyor ve makyajdan saça saatlerce hazırlanılıyor.

        Üzgünüm, bizim kültürümüzde cadı olmadığı gibi bu tarz bir yaratıcılık da yok.

        Kostüm denince aklıma gazeteci Banu Güven’in Zorro kılığında bir partiye gitmesi geliyor, o kadar.

        Kendi bayramlarımızı neden bir şölene, festivale dönüştürmüyoruz asıl bunu düşünmek gerek İstanbul’da Halloween partisinden önce.

        HANGİ KOSTÜMÜ GİYMELİYİM

        YILLAR önce New York’taki Halloween şenliğinde Karl Lagerfeld kılığında dolaşan birini görüp hayran kalmıştım.

        Los Angeles’ta ise neredeyse bir hafta boyunca herkes gece kostümle dolaşıyor. Alelade bir kafede aniden kafasında bir baltayla yüzünden kanlar akan birinin gelip kahve ısmarladığını görmek şaşırtıcı değil.

        Kimi arkadaşlarım “Alice Harikalar Diyarında”dan fırlamış karakterler olarak giyindiler. Alice derken Milliyet yazarı Ali Eyüboğlu’ndan bahsetmiyorum, Lewis Carroll’un meşhur kitabı tabii ki. Ertuğrul Özkök’ü kıskandıracak bir tavşan olabilirdim; “Humpty Dumpty” şişmanlığımı çok vurgulardı diye vazgeçtim. En çok aklıma yatan Carroll’ın kendisi olmaktı ama o da anlaşılmaz diye düşündüm. “Mad Hatter” çoktan alınmıştı zaten.

        YANLIŞ ANLAŞILABİLİR

        Dün kafamda ampul yandı. (Artık yandaşım ya ampul lafını özellikle kullanıyorum.)

        Bir elimde Oscar heykeli, diğer elimde masaj yağı, üzerimde Peninsula Oteli’nden çalınan bir bornozla şenliğe katılsam. Yüzümde de Harvey Weinstein maskesi...

        Çok mu uygunsuz olur? Birkaç kadın arkadaşıma danışmam gerek sanırım.

        Söz, eğer salı gecesi giyinir de West Hollywood’da 500 bin kişinin arasına katılırsam fotoğraf paylaşacağım.

        Diğer Yazılar