Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HİÇBİR kıymeti olmayan “Designated Survivor” dizisinin geçen haftaki bölümünde konu kurgusu, Beyaz Saray ile gazete haberlerinden derlenmiş Türkiye arasındaki krizdi. 15 Temmuz’dan, FETÖ’ye yönelik operasyonlardan ve tutuklu gazetecilerden etkilenmişler. Büyükelçiliğimizin önündeki gösterilerden Fethullah Gülen’e kadar yakın zamanda Amerikan basınında Türkiye hakkında haber olan ne varsa diziye bir şekilde sızmış.

        Muhalif karakter Washington’da protesto gösterileri organize eden bir Türk. Türkiye tarafı “muhalifin” geri verilmesini istiyor, Amerikan başkanı da hukuk devleti, hukukun üstünlüğü üzerine bir söylev çekiyor.

        ABD’de Türkiye algısının nasıl yerleştiği konusunda durup düşünmemiz için bir fırsat olmalı bu dizi

        ALGIYI YÖNETMEK

        Dünyada oluşmaya çalışan FETÖ diasporasının algı oyunlarına en fazla dikkat çeken kişiyim belki de. Aylardır bu lobinin nasıl dış dünyadaki sistemin açıklarından faydalanıp Türkiye’ye karşı önyargılı olan kesimleri manipüle etmeye çalıştıklarına dikkat çekiyorum. Kendilerini mağdur, Türkiye’yi de “haydut devlet” olarak göstermek için çalışıyorlar.

        Wall Street Journal gibi etkili gazetelerde yazıları yayımlanıyor FETÖ’cülerin, Amerikan üniversitelerine bir şekilde yerleştirilip söz alıyorlar. Terör örgütünün polis eskileri itibarlı adam muamelesi görüyor.

        FETÖ’cüler manipülasyon işinde uzman ama yarattıkları algıyı kırmak hiç de zor değil. Ergenekon- Balyoz davalarındaki pis işlerinden 15 Temmuz darbe girişimindeki rolüne kadar aleyhlerine işleyecek binlerce sayfalık delil var örgüt aleyhine. Türkiye bu belgeleri Amerikan mercilerine iletti zaten. Doğrusu ABD yetkilileri, FETÖ’nün gerçek yüzünü biliyor ama şimdilik işlerine gelmiyor.

        Çünkü bütün süreç algı üzerinden ilerliyor. Türkiye haklı olduğu davada haksız duruma düşüyor.

        Yığınla delile karşı yapılan operasyonların, yaratılan mağduriyetlerin FETÖ’cüler tarafından çarpıtılarak kendilerini aklamak için kullanılmaları bu olumsuz algının yakıtı. Cumhuriyet, Sözcü, insan hakları örgütleri davaları gibi hatalardan tam dönüldü derken Osman Kavala’nın tutuklanmasının bir mantığı var mı?

        HAYALİ DÜŞMANLAR

        FETÖ operasyonunun algı yönetimi Türkiye tarafından sadece hukuki kanıtlara dayandırılsa bu iş çoktan bitmişti. Ama bir “görünmez el” hepimizin üzerinde uzlaşıp mücadele etmeye hazır olduğu ortak bir düşman varken, bir de yeni hayali düşmanlar yaratmak için uğraşıyor. Amerikan büyükelçisi köşe yazılarında hedef gösteriliyor, Amerika’daki savcılara FETÖ soruşturması açılıyor...

        Hollywood’da bir odada diziyi yazan ekip büyük ihtimalle haritada Türkiye’nin yerini bile bilmiyor, gazetelerden şöyle bir okudukları kadarıyla malzeme buluyorlar. İlk gözlerine çarpan da ister istemez tutuklu gazeteciler meselesi olmalı ki dizinin hemen açılışında gündeme geliyor. Türk basınında ise diziye sızan bu bilinçaltını değiştirmek yerine hâlâ karşı tarafa malzeme veriliyor: İktidar yanlısı kimi gazeteler, dizinin FETÖ tarafından yazıldığını iddia ediyorlar.

        *************

        OFİS UĞULTUSU

        GEÇTİĞİMİZ günlerde Harvard Business Review’da neden insanların dizüstü bilgisayarlarıyla ev ve işyerlerinin dışında, üçüncü mekânlarda çalışmaya başladığının bilimsel bir açıklaması vardı. Starbucks’larda bilgisayarıyla iş yapan insanlar daha üretken oluyor; çünkü meğerse o uğultuyu seviyormuşuz. Ama ofislerdeki uğultu tanıdık insanlardan geliyor, dahası “görünmez” olamıyoruz ve başka çalışanlarla iletişim halinde kalıyoruz. Bu da dikkat dağınıklığına sebep olup verimliliği azaltıyor.

        Halbuki etrafta tanıdık hiç kimsenin olmadığı ama fonda dozunda gürültünün olduğu ortamlarda işimize daha kolay konsantre oluyoruz.

        Bu yazıyı okurken bir yandan da Türkiye’de ofis paylaşma sisteminin ne zaman yaygınlaşacağını merak ediyordum. ABD’de WeWork gibi firmalarla masa ya da oda kiralayarak kendinize bir ofis açmanız mümkün, epey de rağbet görüyor. Geçen gün Milliyet’te Mehmet Tez’in yazısından öğrendiğime göre şimdiden başlamış İstanbul’da bu akım, epey de alıcısı varmış.

        *************

        MESELE SADECE TÜRKLÜK DEĞİL

        ARİF Mardin’in bile Türkiye’de yeteri kadar bilinmediğini yazdığımda Hıncal Uluç’tan itiraz geldi. Mardin ve Ahmet Ertegün için, “Onlar hiç Türk olarak bilinmek istemediler ki” diyor özetle ve hiçbir Türk sanatçısına destek çıkmadıklarını hatırlatıyor.

        Göçmenlerin başarılı olması için asimilasyonun bir şart olduğu malum, hele hele Ertegün ile Mardin’in çıktığı yıllarda. Ama birinin adı Ahmet, diğerininki Arif olan iki insan ne kadar Türklüklerini gizleyebilir ki? Nitekim, Bette Midler’ın Arif Mardin hakkında yazdığı şarkı “İstanbul’dan bir Türk beyefendisi vardı” diye başlıyor.

        Ertegün ve Mardin’in hiçbir Türk müzisyene yardım etmemiş olmaları onların aşağılık kompleksinden değil, işlerin hâlâ hemşerilik ilişkileriyle yürüdüğü Türkiye’nin ezberiyle ilgili bir sorun.

        YETENEK YOK

        Bir barda Norah Jones’u bulup Grammy’lere boğan Arif Mardin’in Türkiye’den bir yeteneği çıkarmamasını kabullenemiyoruz. Oysa belki de gerçek nedeni bizde böyle bir yetenek olmaması. Bunu kabullenmek daha güç tabii.

        Üzgünüm, bizde Mardin’in çalışmaya alışık olduğu bir Aretha Franklin yok. Popüler şarkı geleneğimiz birkaç ezber sözcüğün (“yar”) tekrarlanması ya da şiir kitaplarından araklanmasına, üç-dört dakikalık şarkının bir kıta bir nakaratla geçiştirilmesine dayanıyor. Romancılığımız gelişmediği gibi şarkılarda da hikâye anlatma âdeti yok. Dahası, en kıymetli sesler bile birkaç sene içinde kendilerini tüketiyor.

        Ne yapsaydı Arif Mardin, Edirne’nin dışında hiçbir kıymeti olmayan Sezen Aksu’ya mı el verseydi? Belli ki Türkiye’de o parıltıyı görmemiş. Sırf Türklük esasına dayanarak kariyerini inşa etseydi zaten Arif Mardin olmazdı.

        *************

        ORTA YAŞ KRİZİ GÖSTERGELERİM

        - ÜSTÜ açık araba almak istiyorum.

        - Konserlerde fena halde sıkılıyorum.

        - Bilmediğim şehirlere yolculuk etme fikri beni yoruyor.

        - Yeni lokantaları denemekten çekiniyorum.

        - Sık sık sesli kitap dinliyorum.

        - Geceleri çıkmaktansa uyumayı tercih ediyorum.

        - Yeni nesil futbolcuların ne kadar genç olduklarını fark ediyorum.

        Diğer Yazılar