Bir cinayetin anatomisi
GALATASARAY Lisesi’nde Fransızca öğretmeni olarak çalışan 34 yaşındaki Roland Eugene Pele evinde telle boğularak öldürüldü.
Lokanta işletmecisi Cevat Tuksavul, internetten tanıştığı iki genç erkek tarafından boğazı kesilip defalarca bıçaklanarak can verdi.
Manken ajansı sahibi Deniz Tüney parkta tanıştığı iki genç erkeği evine götürdü, boğazı kesilerek cinayete kurban gitti.
45 yaşında ticaretle uğraşan Aziz Çabuk, para karşılığı birlikte olduğu dört genç erkek tarafından birkaç gün sonra öldürüldüğünde beyni ezilmiş, penisi kesilmiş ve çıplak haldeydi.
DJ Emre Kuytu, gazeteci Baki Koşar, radyo solisti Özdemir Hunca, 20 yerinden bıçaklanan işçi emeklisi Ekrem Yılmaz...
Kemal Uzun’un ölümü de yöntem ve işleyiş olarak bu ölümlerden farklı değil.
HABERİ NASIL VERMELİ?
Mahremiyeti korumak adına bilinen bir eşcinsel cinayeti haberini bu ana unsurdan arındırılmış şekilde “anlayan anlar” diyerek mi vereceğiz? Yoksa bu cinayetin geçmişten gelen bir sürecin devamı olduğuna mı vurgu yapacağız?
Kemal Uzun cinsel kimliğini gizleyen biri değildi. Kaldı ki, haberin unsurları okunduğunda da yöntem ve işleyiş olarak tipik bir eşcinsel cinayeti olduğunu anlamak mümkün.
Kopya cinayetler gibi eşcinsellerin öldürülmesi de genellikle birbirine benzer özellikler taşıyor. Hikâye sanal ya da reel ortamda bir yerde tanışma ve karşılıklı çekimle başlıyor. Kimse kimseyi kandırıp tuzağa düşürmüyor, ortada bir rıza var. Ancak adı konulmamış tedirginliği atmak için içki devreye giriyor. Alkol, katil için cinayetin öncesi ve sonrasındaki her şeyi açıklamasını sağlayacak, arkasına sığınacağı bir araç. Eşcinsel için cinsel fanteziyi hızlandıracak bir kısa yol.
Mutlu sonla bitmeyen hikâyenin ortasında bir yerde mutlaka bir tartışma çıkıyor; polis ifadelerinden okuduğumuza göre ya maddi bir anlaşmazlık ya da cinsel birleşimle ilgili bir sorun şiddeti tetikliyor.
Cinayet mafya infazı gibi kafaya sıkılan tek kurşun ya da kalbe indirilen bir-iki bıçak darbesiyle değil. Şiddet mutlaka grotesk bir cinayet pornografisi, abartılı bir hıncın dışavurumu. Tercih edilen silah da hemen her zaman bedene “sokulan” bıçak. Boynun kesilmesi yetmiyor, beden onlarca öldükten sonra da bıçakla tecavüze uğruyor.
TEHLİKE SÜRÜYOR
Uzun yıllar boyunca eşcinsellerin katilleri ikiyüzlü bir ahlak anlayışının yarattığı çatlaktan faydalanıp “Bana cinsel ilişki teklif etti” diyerek ceza almaktan kurtuldu.
Bir süredir, özellikle medyanın haber yapması, Sevil Atasoy gibi adli tip uzmanların popülerleşmesi, “gerçek suç” hikâyelerinin medyada yer bulmasıyla Emniyet’te gay cinayetleri ayrı bir kategori altında değerlendirilmeye başlandı. Artık yapanın yanına kâr kalmamaya, eşcinsellerin katilleri klişe savunmalarıyla ellerini kollarını sallayarak karakoldan çıkamamaya başladı.
Doğrusu, Kemal Uzun’a kadar da epey bir zamandır böylesi vahşi bir cinayet haberi çıkmıyordu. Yasanın koruyucu gücüyle birlikte, yıllar içinde eşcinsel hareketinin kendi içinde bilinçlenmesi, tedbirlerin sıkılaştırılması da etkendi.
Tabii haber çıkmaması eşcinsel cinayetlerinin bir tehlike olarak ortadan kalktığı anlamına da gelmiyor. Tehlikenin geçmediği ortada.
Böyle bir durumda bilinci artırmak, topluda bir duyarlılık yaratmak da medyanın görevleri arasına düşüyor. İma ve göndermelerle dolu habercilik yerine, kurbanı koruma bahanesine sığınmadan cinayetin adını koymalıyız: Bu bir eşcinsel cinayetidir. Üzerini örtmek 90’lı yıllardaki gibi başka kurbanların oluşmasına, yetkililerin sıradan bir cinayet olarak dosyanın üzerini kapatmasına yol açacaktır.
*************
BU SEFER ŞAKA DEĞİL
ŞAHSEN tanımıyordum, ama Kemal Uzun’un çocukluğumda çok özel bir yeri var. Tıpkı Atilla Dorsay gibi Uzun da Türkiye’nin dünyaya en kapalı, en karanlık yıllarında bize sinemayı sevdiren birkaç kişiden biriydi.
Çocukken bazen gece geç yatma pahasına, bazen de videoya kaydedip ertesi sabah “Kamera Arkası” programını mutlaka izlerdim.
Haldun Dormen’in genç bir öğrencisi olan Kemal Uzun asıl programın sonunda “sine-şaka” diye bir bölüm hazırlar, yabancı filmleri yerli filmlerle montajlayıp komik skeçler yayınlardı.
Şimdi bir anlamda çocukluğum da öldürülmüş gibi oldu.
*************
GERÇEK FETÖ’CÜ KİM?
DÜNKÜ Yeni Şafak’ta yayımlanan bir ByLock konuşmasında FETÖ’cüler kendi aralarında Can Dündar’dan şikâyet ediyor:
“Abi bu Can Dündar gibiler bizi cibilli olarak sevmez. Hemen yumuşayıp koyvermemek lazım. Adamlar ne Ekrem Dumanlı, ne Mehmet Baransu, ne de Hidayet Karaca gözaltına alındığında kıllarını kıpırdatmadı. Son olaylarda çok özgüvenleri geldi. Bizi güçsüz, kendilerine mahkûm görüyorlar. Ama dostumuz değiller. Bunu unutmadan adım atmalıyız. Onlar da bize öyle yaklaşıyor. AKP ile kavgada lazımız diye düşünüyorlar herhalde.”
Sırf bu yazışma bile FETÖ’yle mücadelede net bir ayrıştırma yapılması için delil sayılmalı. Ne yazık ki FETÖ soruşturmalarında örgütün organik elemanlarıyla başka isimler aynı kaba konuluyor.
ENTELEKTÜEL GÜNAH
Oysa ilk günden beri dikkat edilmesi gereken, kimlerin gazeteci kılığında operasyon yaptığı...
Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşlere istenen müebbet ceza tam da bu yüzden orantısız. Utanç verici hataları, ahlaksızlığa varan alçaklıkları olabilir bu isimlerden bazılarının ama sonuçta hepsi birer entelektüel günah. Yanılmanın, fikri yanlışın yargıda nasıl bir karşılığı olabilir? Onların cezasını ancak vicdan mahkemesi kesebilir. Zaten Türkiye’nin yaşadığı uyanışın karşılığındaki liberal çöküş de onlara en büyük ceza. Bundan sonra ciddiye alınmayacaklar.