Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BÜTÜN retorik ustaları gibi Hıncal Uluç da en kolay propaganda taktiğine başvuruyor. Ben yurtdışında yaşadığım için Türkiye’yi küçümseyen bir Türk düşmanına dönüşmüşüm. Nedeni de Tarkan’ın yerli kaldığını, sınırları aşamadığını ve kendisinin sadece Türkiye’de bir değeri olduğunu söylemem.

        Birçok milletin birbirlerini destekleyerek bir yerlere geldiğini elbette biliyorum. Sanırım Hıncal Abi’yi öfkelendiren de sadece bu gerekçeye dayanarak neden kimi Türklere daha nüfuzlu başka Türklerin el vermediği. Hamdi Ulukaya, Arif Mardin ya da Ahmet Ertegün’e hiç kimse destek olmamıştı halbuki; tabii bu durum onların da hiç kimseye yardım etmeyecekleri anlamına gelmiyor.

        İKİ KURAL VAR

        Gözden kaçırılan büyük bir nokta özellikle kültür-sanat alanındaki pek çok Türk’ün sadece hemşerilik esasına dayanarak kendilerine imkânların gümüş tepsiyle sunulacağını düşünmeleri. Oysa Batı’da sadece yetenek yetmiyor, bir de oyunu hem kuralına göre oynamak hem de yeteneği çalışkanlıkla zenginleştirmek şart. Bu disiplin, işlerin (doktordan randevu almaktan evi tadilat yaptırmaya kadar) daha kolay işlediği, kimi zaman sistemin laçkalaştığı ya da tamamen ortadan kalktığı Türkiye gibi ülkelerde, belki Akdenizliliğin de etkisiyle zor gelebiliyor.

        İşlerini kuralına göre oynamak söz konusu olduğunda dünyada isim yapan Orhan Pamuk ve Elif Şafak tayfasını, hemen onların peşinden gelen Ece Temelkuran gibi isimleri saymak mümkün. Sadece Batı’nın kendilerinden beklediği kültürel ürünleri tam da istendiği şekilde sunmanın yanı sıra promosyonu da önceden belirlenmiş kurallara göre yaptılar. Kürt, Ermeni meselesi, şimdi de “Erdoğan diktatördür, ben baskı altındayım” lafları epey kapı açtı, açıyor. Şimdi biseksüellik ve Türk baskı rejimi arasında korelasyon moda.

        Ama bir konuda haklarını vermem gerek: Pamuk da Şafak da durmadan üretiyor.

        Tarkan ise New York’taki yıllarını Splash isimli gece kulübünde harcayıp durdu. Bir dava sahiplenip kendisine yer açsaydı bile kendi tembelliğiyle bir yere varamazdı. “Kıl Oldum Abi”den 2017’ye kadar görünürde pek çok şey değişti ama özünde Tarkan hiç değişmedi. Hep aynı şekilde şarkı söylüyor, aynı zorlama seks efektlerini kullanıyor sesinde, dansı hiç ilerlemedi. Bu da ne yazık ki beklenti çıtasının düşük, rekabetin az olduğu Türkiye’de iş yapıyor. Çünkü Türkiye’de sadece yetenekle kariyerini sürdürüyor, hiçbir yerde olmadığı kadar çok para kazanıyor.

        Dahası, Tarkan kendisine tanınan fırsatları da harcamakta usta. Dünyanın en usta fotoğraf sanatçılarından David LaChapelle onunla tanışıp fotoğraflarını çekmek istemişti İstanbul’a geldiğinde. Vogue’dan Rolling Stone’a her yerde kapakları yayımlanan LaChapelle’le buluşmadı bile. Çünkü kim olduğunu bilmiyordu, kim olduğunu öğrenecek kadar bile umursamıyordu.

        Bütün bunlar kariyer hataları belki. Ama Tarkan’ın daha temel bir problemi oldu ve hiç kimse odadaki bu filden bahsetmek istemiyor.

        KENDİSİNİ REDDETTİ

        Hıncal Uluç dünyada pek çok şarkıcıya nasip olan “one hit wonder” (tek şarkılık mucize) piyangosunun 90’larda Tarkan’a vurduğundan yola çıkarak Avrupa’da nasıl listelerde yükseldiğini hatırlıyor. Gay kulüplerde çalınıp popüler olan binlerce kitsch şarkı gibi Tarkan’ın “Şımarık” ve tercüme edilmesi imkânsız “Şıkıdım”ı Ajda Pekkan’ın Olympia performansı gibi bir Türkçe nostalji sadece. Tarkan aslında dünya starı olma fırsatını kendisine kapılarını açan ve bağrına basıp sahiplenen gay kültürünü reddettiğinde tepti. Aynı zamanda kendisini de reddetmesi anlamına geliyordu bu. Zeki Müren nasıl sadece Türkiye’de bin kadınla birlikte olduğu yalanına müşteri bulabildiyse, bir maskenin arkasında yaşamayı tercih eden Tarkan da mecburen Türkiye’ye dönüp alaturka okuyan bir şarkıcı oldu. Keşke konu Türk düşmanlığı kadar basit olsa.

        *************

        #AlmanyaAcıVatan

        GURBET SOHBETLERİ

        - TÜRK taksici: “Vallahi Türkiye’ye gittikçe etkileniyorum, özellikle yolları görüyorum. Çok değişiyor, çok büyüyor.”

        - İkinci Türk taksici: “Erdoğan büyük adam, burada muhatap alınıyor, saygı duyuyorlar.”

        - CHP’li Türk taksici: “Vallahi Türkiye’de hiçbir şey değişmez, Erdoğan da asla gitmez.”

        - Mısırlı taksici: “Erdoğan çok iyi adam.”

        - Lokantadaki Alman yan masa: “Hangi dilde konuşuyorsunuz? Hiç Türkçe gibi değil, çok daha kibar ve şiirsel geliyor kulağa.”

        BATI BİTMİŞ

        BU söyleyeceğim epey geri kalmış bir tespit ama beş-altı senedir Berlin’e uğramayınca eski Batı’nın tamamen bittiğini, alışverişin, gece hayatının, lokantaların ve iyi otellerin hep eski Doğu’ya kaydığı belli oluyor. Berlin’i iyi bilen hipster Türklerden özür dilerim. Sanırım yaşlandığım için geri kaldım.

        Berlin’de Soho House da Mitte bölgesinde ve bütün hareketliliğin ortasında. En meşhur kulüp hâlâ Berghain ve önünde deli bir kuyruk oluyor.

        Cumartesi gecesi şöyle bir gezmek için Batı’ya, Nollendorfplatz civarlarına gittik. Bir 10 sene önce adım atılamayan yerler adeta ölüm kokuyor, kimi gece kulüpleri sabaha karşı 03.00 gibi kapanıyordu. Berlin’de normal kapanış saatinin ertesi sabah 08.00 olduğunu hatırlatırım.

        Diğer Yazılar