Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ORADAN buradan esinlendiğimiz, başka binlerce hikâyeye benzeyen bir ürünü sırf başkaları öyle yapıyor, belki karşılık bulur diye Batı’nın karşısına çıkarıp hüsrana uğramamızın son örneği “Ayla” filmi. Klişe formüllerin bizzat bu formülleri icat edenin önüne ısıtılıp sunulmasından öte bir iş değil. Bu sinemasal numaralar ve anlatım taktiği belki yerli izleyiciyi etkiler (ki onlar bile üreticilerden daha ileride) ama böyle binlerce filmi görmüş Akademi üyelerinin ilgisini bile çekmez.

        Film okullarında uluslararası öğrencilere ilk olarak “Hollywood filmi yapmayın, kendi hikâyenizi anlatın” diye tembihte bulunurlar oysa. Bir üçüncü dünyalıyı dev rekabet ortamının olduğu uluslararası kültür-sanat dünyasında ayıran, yaratabildiği ölçüde kendine özgü dilidir. Bu yüzden Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu birçok esinlenmeye rağmen kendilerinden dünyada söz ettirir ve ödül toplar. Çünkü öyle ya da böyle yerli, özgün bir damar yakalamayı becermişlerdir.

        Ve işte tam da bu yüzden Hollywood filmlerine bakarak “Aynısını biz de yaparız” diyen Yılmaz Erdoğan bir türlü neden dünyada kendisine kıymet verilmediğini anlayamaz.

        KÜÇÜK BİR ÖYKÜ

        Geçen sene ortalığı kasıp kavuran ve Fransa yapımı olmasına rağmen düpedüz Türk filmi olan “Mustang” bizden, yerli, özgün bir hikâyeydi mesela. Hollywood filmi olmaya özenmiyordu, aksine küçük insanların küçük dünyasını yansıtarak Türkiye’de kadın olmak ve büyümek üzerine çok önemli mesajlar veriyordu. “Mustang” birçok salonda gösterildi Amerika’da, kapısında kuyruklar oluştu ve başarısı kulaktan kulağa organik bir şekilde yayıldı. Eleştirmenler övgüye boğdu.

        Bu sene Amerika’da “Ayla” diye bir film yoktu. Yabancı Oscar adayı filmlerin Akademi yönetmeliğince vizyona girmeleri gerekmiyor, yapımcılar da “Ayla”yı dünyada göstermek için herhangi bir özel çaba sarf etmediler. Bir Asya Filmleri Festivali’nde gösterildi, o kadar. Belki de bu sayede oluşacak olumsuz eleştirileri önlediler, ama filmin de kaybolmasını sağladılar. Amerika’daki Türk düşmanlığının arkasına sığınacaklarına enerjilerini daha iyi film yapmaya harcayabilirler.

        Doğrusu sinema izleyicisinin siyasi gerginliklerle pek de ilgilenmediğini bir başka Türk yapımı kanıtlayabilir. Bu sene ABD’de vizyona giren “Kedi” isimli belgesel her yerdeydi. Los Angeles’ta haftalarca binaların duvarlarını süsleyen afişinin yanı sıra birçok perdede vizyona girdi ve insanlar koşa koşa gitti, genel olarak çok beğenildi.

        KEDİ PROPAGANDASI

        Oscar belgesel dalında büyük bir acıya (ve kurtuluşa) temas eden yapımları tercih ettiği için “Kedi”nin klasman dışı kalması şaşırtıcı değildi. Filmin anlatım eksiklikleri, bir yere bağlanmayan birbirinden kopuk hikâyelerden oluşan bir yapısı da var. Ama sonuçta “Kedi” beğenildi ve izlendi.

        İstanbul’un sokak kedileri bize çok yeni ve değişik bir hikâye gibi görünmeyebilir. Ama yetenekli bir göz bu kedilerin dünya izleyicisi için yeni ve çarpıcı olabileceğini yakalamış. Hele hele bir de fona muazzam İstanbul görüntüleri eklenince... Son yıllarda Türkiye ve özellikle İstanbul hiç bu kadar güzel görünmemişti. İzleyen birinin Türkiye’ye gitmemesi için hiçbir neden yok. Bu anlamda zekice kurgulanmış bir propaganda filmi bile olabilir, o niyetle çekilmese de.

        Türk sineması dünyada kendinden söz ettirebilir, ettirmemesi için hiçbir engel yok. “Ayla” ve “Kedi” örnekleri hangi yöne gidilmesi gerektiğine dair yol gösterici.

        *************

        BU BİR FIRSAT

        ÜZERİNDEN bir sene geçtikten sonra Rus Büyükelçisi’ne yönelik suikasttaki FETÖ parmağı ortaya çıkmaya başladı. O günlerden şunu yazmıştım:

        - Rus Büyükelçisi’ni vuran polis bir intihar bombacısıdır. İntihar bombacıları ağır bir örgüt doktrinasyonundan geçip beyinleri yıkanarak kendilerini kurban etmeye ikna oluyorlar. Türkiye’de beyin yıkama konusunda FETÖ’den daha başarılı bir örgütlenme var mı? Yıllardır Fethullah Gülen gibi ilkokul mezunu bir şaklabana binlerce insanın, okumuşlar da dahil, tapınması bir beyin yıkama operasyonunun sonucuydu.

        - Kırık Hoca uzaktan ilerleyen günlerdeki kaosun habercisi gibi konuşuyor, “Önümüzdeki günlerde başka ölümler, suikastlar olursa bunu da bizim üzerimize atacaklar” diyor. Şeytanın bile aklına gelmeyecek şeyi güya kendisini savunmak için söylüyor. Gerçekten çok tehlikeli ve gözü dönmüş bir manyakla karşı karşıyayız.

        DÜNYAYA ANLATILMALI

        Kendi büyükelçisi öldürülen Putin’in daha ilk günlerde gaza gelmeyip bu konuyu büyütmemesi de suikastın arkasında kirli bir hesap olduğunun göstergesiydi.

        Bu soruşturmanın detayları ve FETÖ’nün cinayet operasyonları dünyaya örgütün gerçek yüzünü göstermek için anlatılmalı. Ancak somut delil ve göstergelerle Batı’daki FETÖ sempatisi kırılabilir.

        *************

        ÜÇÜNCÜ HAVALİMANINA BİR ÖNERİ

        ÖNCEKİ gün Paris’in Charles de Gaulle Havalimanı’nda yeni bir salon keşfettim. Üyelik veya ücret gerektirmeyen 2E terminalindeki salon, aktarma yapan herkese açık. Beş yıldızlı bir otel lobisini andırıyor. Tuvaletler, duşlar, uzanıp dinlenebileceğiniz koltuklar, çalışacağınız masalar ve bedava kablosuz internet var.

        Bir ucunda parayla yiyecek-içecek alabileceğiniz küçük bir kafe var, ama orada da fiyatlar havalimanı standartlarının altında.

        Dahası bu salonda hiç kimse üst üste değil. Üç saatlik bir beklemem vardı, günün tam da en kalabalık saatinde. Ona rağmen hiç yer sıkıntısı olmadı, kimse ayakta beklemedi. Yayılıp saatlerce uyuyanlar bile gördüm.

        Doğrusu, birçok lüks havayolu salonuna tercih ederim bu alanı.

        EKONOMİ YOLCUSUNA SAYGI

        CDG’deki bu salon aslında hava yolculuğunda önemli ama fark edilmeyen bir değişime de işaret ediyor. Uçak yolculuğu eski görkemini kaybettiğinden beri korkunç bir tecrübeye dönüştü. Paradan gözü dönmüş havayolları da yatırımı zengin (business-first) yolculara yaparak ekonomi yolcularını tamamen gözden çıkardı. Mesela THY’nin ABD uçaklarındaki koltuk aralığı 45 dakikalık Bodrum uçaklarından bile daha dar; en azından uzun uçuşta hissi öyle.

        Yolcular da mecburen, çaresizlikten, sesleri duyulmadığı için dayatılan her türlü politikayı kabullendi. Ama şirketler de memnuniyetsizliğin farkında.

        Yakın zamanda Delta’nın CEO’su o görevde olduğu sürece koltuk aralıklarının azalmayacağı taahhüdünde bulundu. Uçaklarda mesajlaşmak için herkese bedava internet kondu ayrıca.

        CDG’deki herkese açık salon da statüsü olmayan yolcunun itibarını iade etmek adeta.

        İstanbul’un üçüncü havalimanı tamamlanırken belki ilham olur.

        Diğer Yazılar