Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        FİLM izlerken “Bizdeki karşılığı kim?” diye düşünenlerdenseniz vizyondaki “The Post”u görünce neden Türkiye’nin Katharine Graham’ını bulmaya çalıştığımı anlarsınız. Kocası intihar edince Washington Post’un başına geçen Graham’ın tarihi bir gazetecilik kararını vermesinin hikâyesi değil film sadece, aynı zamanda erkek egemen bir dünyada tek başına var olmaya çalışması, kendini kabul ettirmesi savaşı.

        Ayşe Arman’ın rahmetli gazeteci Mehmet Ali Birand’ın eşi Cemre’yle yaptığı söyleşiyi okuyunca kafamda ampul yandı: Türkiye’nin Kay Graham’ı Cemre Birand olabilirdi. Belki de Türkiye’nin ilk kadın medya patronuydu.

        Ve Mehmet Ali Birand’dan önce de bir hikâyesi var.

        AYRICALIKLI GENÇ KIZ

        Çocukken iki sene Amerika’da kalıyor Cemre Güngören. Türkiye’ye dönünce annesi dönemin ünlü basın patronu Ercüment Karacan’la evlendiğinde sekiz yaşında daha da ayrıcalıklı bir hayata adım atıyor.

        Karacan onu en iyi imkânlarla donatıyor. Kolejde, yurtdışında okuyor, kayak ve tenis dersleri alıyor, yoğun bir genel kültür ve görgü eğitiminden geçiyor. Genç kızlığa adım atmadan Oscar Wilde oyunlarını ezbere biliyor, masa adabına hâkim oluyor. Tam bir aristokrat gibi yetişiyor.

        Can Dündar, Birand’ın hayatını anlattığı kitapta “Cemre babası Ercüment Karacan’ın tasarımıydı; adeta sosyeteye ve gazeteye hazırlanmıştı” diye yazıyor.

        21 yaşında siyaset okuduğu Fransa’dan döndüğünde mükemmel İngilizce ve Fransızca’sıyla babasının gazetesi Milliyet’in dış haberler servisinde erkeklerin tüm itirazına rağmen göreve başlıyor. Mehmet Ali Birand dahil o serviste çalışan erkekler aralarında kadın istemedikleri için onu arşive yolluyorlar. Hiç itiraz etmeden erkenden gelip ne denirse yapıyor, arşivi ise 1 ayda elden geçirip toparlıyor.

        Kısa sürede Beyoğlu muhabiri olup yabancı konuklarla söyleşi yapmaya, toplantılara katılmaya, defileleri takip etmeye başlıyor, bu arada dış haberler servisinden meslektaşı Mehmet Ali Birand’la aralarında aşk başlıyor.

        Milliyet’teki erkekler korosu, “Acaba gazete Karacan’ın oğullarına değil de kızına mı kalacak?” diye aralarında konuşmaya bile başlıyor.

        Ama olmuyor.

        ERKEKLER İÇİN FEDAKÂRLIK

        Sonradan Mehmet Ali Birand’la evlenen Cemre Birand’ın hayatında iki önemli dönüm noktası var. Biri, Ercüment Karacan’ın Semiramis Pekkan’la aşk yaşayıp annesinden boşanması. Karacan, annesinin yanında kalmayı seçen Cemre’nin bütün imkânlarını elinden alıyor, 10 sene görüşmüyorlar hatta. İkinci olay, oğlu Umur’un doğması.

        Gazetecilikten sonra halkla ilişkiler sektöründe çalışan, kitaplar çeviren, 20 yıl da Brüksel’de NATO’da görev yapan Cemre Birand, oğlu 10 yaşına gelince “ev kadını” olmayı kariyere tercih ediyor. Ve o günden beri hep geri planda. Eşi, kardeşleri (Ömer ve Ali Karacan) medyada yükselirken o hep evde kalıyor.

        Geçtiğimiz yıllarda Karacan Ailesi yeniden Milliyet’i satın almaya giriştiğinde bile ortada yoktu.

        Acaba Cemre Birand yetiştiği dünyada erkeklerin bir adım gerisinde kalmayı mı öğrendi? Hayatı boyunca hep kuvvetli erkeklerin etrafında olduğu için belki de kadının rolünün geri planda durmak olduğu ona dikte edildi. Belki üvey evlat olmasının etkisi vardı, belki de annesinin iki başarısız evliliğini görüp önceliği mutlu bir yuva kurmaya verdi.

        Kararlarından pişman olduğunu sanmıyorum, ama bir diğer ihtimali, “maskülen vesayeti” yıkmış alternatif bir senaryoyu da hayal etmeden duramıyorum. Nasıl bir medya, nasıl bir Türkiye olurdu kim bilir...

        ***********

        ŞİDDETLE TAVSİYE EDİYORUM

        - 1997 yılından Katharine Graham’ın anı kitabı “Personal History” sadece içeriği değil, bir anı kitabı nasıl yazılır konusunda da ders olarak okunabilir. Asistanlar, söyleşiler, belgelerin incelenmesi, bilgilerin doğrulatılması... Klavyenin başına geçip “aklında kaldığını” yazmamış, kendi hayatına da bir gazetecinin araştırmacı gözüyle yaklaşmış.

        - Oscar’lı belgesel yönetmeni Alex Gibney’nin (Blair Foster’la) çektiği 4 saatlik Rolling Stone belgeseli “Stories from the Edge” sadece bir derginin değil, rock müziğin ve ABD’nin 50 yılının da tarihi. Clinton’ların seçim kampanyasından sahte peygamberlere, uyuşturucu kültüründen 80’lerin yuppie’lerine kadar bir saniye bile gözümü kırpmadan izledim.

        - Paul Thomas Anderson’ın “Phantom Thread” filmi. Türkiye vizyon tarihi 13 Nisan 2018. Gerekirse film şirketini mektup bombardımanına tutun, erkene çeksinler. Kadın-erkek ilişkisi üzerine bu kadar tuhaf, şiddetli söz söyleyen bir film daha var mı? Hitchcock’a gönderme yapan film Daniel Day Lewis’in de beyazperdeye vedası. Zaten bu karmaşık başkarakteri ancak DDL canlandırabilirmiş. 48 saat oldu, sürekli film üzerine düşünüyorum. Bir daha izleyeceğim.

        ***********

        BU AİLE PARTİLERİ KARIŞTIRIYOR

        CHP’nin İstanbul İl Başkanı seçilen Canan Kaftancıoğlu’nun tepkisini çektiği kesimler:

        - Cumhurbaşkanı Erdoğan.

        - Halk TV.

        - Ulusalcılar.

        - Aleviler.

        Son yıllarda bu kadar geniş katılımlı bir koalisyon oluşmamıştı. Canan Kaftancıoğlu bu tepkilere rağmen koltuğunda kalabilecek mi? Yoksa görümcesi gibi siyaset hayatı sona mı erecek?

        Canan Kaftancıoğlu’nun soyadı eşinden geliyor. Eşi, Ümit Kaftancıoğlu’nun oğlu. Ümit Kaftancıoğlu’nun bir de Pınar isimli kızı var. Onu Beyaz Türklerin gıda temin ettiği İpek Hanım’ın Çiftliği’nin sahibi olarak tanıyoruz. İşte o görümcenin de bir siyasi macerası var.

        AK PARTİ ADAYI

        Babası kollarında can veren Pınar Kaftancıoğlu yıllar sonra Nazilli’ye yerleşerek bir çiftlik kuruyor, daha sonra oradaki yerel üreticileri de bağlayıp küçük bir imparatorluğa dönüştürüyor ve kolilerle başta İstanbul olmak üzere birçok şehre erzak yolluyor. İstanbul’da bir mağazası var.

        Pınar Kaftancıoğlu bir ara şansını AK Parti Belediye Meclisi üyesi olarak siyasette denedi ve seçildi. Tabii müşterisi Beyaz Türkler ortalığı birbirine kattı, siparişler iptal olmaya başladı. Ticari kaygılar ön plana çıkınca da seçilir seçilmez istifa etmek zorunda kaldı. Bu sefer de AK Partililer, “Zaten bu kadının aramızda ne işi vardı?” diye tepki gösterdiler.

        Demem o ki Kaftancıoğlu Ailesi’nin siyasi maceraları hiç sakin geçmiyor.

        ***********

        ONUR SAVAŞI?

        ÖZCAN Deniz biseksüel olduğunu söyleyen birine açtığı davayı kazanmış ama açıklamasında “Bu benim onur savaşım” diyor. İtham yalansa elbette dava açılabilir ama biseksüel olmanın onur ya da onursuzlukla ne ilgisi var?

        Diğer Yazılar