Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
BİR-iki marjinal sese rağmen Yenikapı ruhunu andırırcasına toplumu birleştiren Afrin Operasyonu, Türkiye’deki ulusalcı damarın yeniden şahlanmasının doruk noktası. Bunun bir süredir belirtilerini görmek mümkündü.
Hepimizin itibarı tartışmaya açılsa kimsenin aleyhinde tek bir söz söyleyemeyeceği Uğur Dündar bile operasyona destek veriyor ve önceliğin vatanın bütünlüğü olduğunu vurguluyor.
Oysa vatanın bölünmezliği daha birkaç sene önce demode olmuş, üniter devlet ilkesini savunanlar küçümsenmeye, dışlanmaya başlanmış, federasyon tartışmaları, kanton ihtimalleri ciddi alternatifler olarak sunuluyordu. Toplum, kanaat önderleri (akademisyenler, köşe yazarları, TESEV gibi STK’lar) tarafından adeta yeni bir realiteye hazırlanıyordu.
Sonra ne oldu? Bu maya tutmadı ve öze dönüş başladı.
KURUCU DOKTRİN
15 Temmuz’da rejimi ele geçirmek isteyen terör örgütü, salt Cumhurbaşkanı Erdoğan düşmanlığından ulusalcı kesimin darbeye destek vereceğini hesap ediyordu, yanıldılar. Anlayamadıkları, söz konusu vatan olduğunda siyasi farklılıkların kenara bırakılıp bu ülkenin kolaylıkla kenetlenebileceğiydi.
Kemalistler, ulusalcılar, muhalif kesim yıllarca Erdoğan’ı eleştirmiş olabilir, ama devletin başı olarak marjinal bir harekete karşı dik dururken bu kesimler onun şahsının değil temsil ettiği ve koruduğu Cumhuriyet’in etrafında toplandı. 15 Temmuz’da Erdoğan ülkenin ele geçirilmesine ve rejimin çökmesine izin vermedi.
Görüldü ki bu refleks şahıslar, partiler, dönemler bazında işlemiyor, kurumların korunması için devreye giriyor.
Afrin Operasyonu da bu devlet refleksinin sonucu. Erdoğan’ın ilk somut Kemalist hamlesi; çünkü herhangi bir siyasi partinin ülke yönetiminde benimsediği ve dönemden döneme farklılık gösteren politikaların ötesinde bir hamle. İktidarda kim olursa olsun devletin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma niyetindeyse bu hamleyi yapardı. Kurucu doktrinin ilk şartlarından biri bu.
BÜYÜK HESAPLAŞMA
FETÖ’nün Ergenekon operasyonlarıyla başlayıp 15 Temmuz’la sona eren yaklaşık 10 yıllık etkinlik sürecinde de devletin gideceği yöne dair bir hesaplaşma yaşanmıştı. Ancak geriye doğru baktığımızda anlaşılacak bu hesaplaşmanın ilk tohumları önce kimi marjinal yayın organlarında ekildi. Daha sonra 90’larda “Siyaset Meydanı” gibi programlarda tabu devirme adına liberal tezler popülerleştirildi.
Kuşkusuz, Türkiye’nin bu tartışmaları yaşaması gerekiyordu. Sadece düşüncelerinden dolayı Mehmet Altan’ın hapiste olması, vicdana ve mantığa uygun değil. Ama İkinci Cumhuriyet fikrinin canla başla savunucusu olarak bu tezler çökerken ideologlarının da toplumsal hayattan silinmesi bakımından simgesel bir anlam taşıyor.
Türkiye’ye liberal maya tutmadı sonuçta. Büyük bir yanılsama ve kolaycılıkla dile getirildiğinin aksine Erdoğan, bazı marjinal ulusalcı çevrelerin tezlerini sahiplenmedi, devletin başı olmanın gereğini yapıyor sadece. Aradaki ince fark bu.
***********
AFRİN, 2019’U NASIL ETKİLEYECEK
SADECE Afrin operasyonu değil, Galatasaray’ın seçilen yeni başkanı ve CHP içinde yaşanan tartışmalar da Türk tipi liberal tezlerin sona erdiğinin başka göstergeleri.
Medya bir “umut” olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu parlattığında pek çoğumuzun göremediği, onun liderliğine yol açan sürecin partiyi yeniden tasarlama girişimi olmasıydı. Yılmaz Özdil ve Yalçın Küçük öyle kuvvetli itiraz ediyordu ki, o an için “huysuz” ve “marjinal” diye yaftalanıp neden bu kadar karşı olduklarının üzerinde durulmadı bile.
Oysa Kemal Kılıçdaroğlu, kurucu partiyi kurucu ideolojiden uzaklaştırıp liberalleştirme görevini üstlenmişti. Ama yaptığı açılımlar karşılıksız, temelsizdi. Hatta Cumhuriyet’e ve rejime sahip çıkma konusunda o kadar cılız kaldı ki, oluşan boşluğu da Cumhurbaşkanı Erdoğan doldurmak zorunda kaldı.
Zaten Kılıdaroğlu’nun CHP’sinin toplumda bir karşılık bulmadığı, girdiği her seçimde yaşadığı hezimetten belli. O da bunu bildiği için koltuğunu ancak partinin delege yapısını değiştirip etnisite siyaseti kurnazlığı sayesinde koruyabildi.
RÜZGÂR DÖNDÜ
Halbuki Galatasaray’daki başkan değişiminde de görüldüğü gibi şartlar ve zorunluluklar hiç kimsenin adını bile bilmediği, seçilmesine ihtimal vermediği bir ismi ortaya çıkarabiliyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nu da ortaya çıkaran o dönem de FETÖ’nün lokomotifi olduğu liberal rüzgârlarmış ve bugün iyice anlaşılıyor ki yapay bir süreçmiş o.
Geçici bir kaos yaşansa da köklü kurumların bir süre sonra (tıpkı devletler gibi) kendilerini koruma refleksi ortaya çıkıyor. Galatasaray’ın başına monte edilen Dursun Özbek de kurumla uyuşum sorunu yaşayan bir dayatmaydı, sonunda sistem onu dışarı püskürttü.
Kemal Kılıçdaroğlu resmen o koltukta otursa da, kendisi de genel başkanlık görevinin fiili olarak bittiğini biliyor. Ergenekon-Balyoz sürecinde İstanbul Barosu’nda sert çıkışlarıyla parlayıp adını duyuran Ümit Kocasakal’ın CHP’nin genel başkanlığına oynaması, yeniden topluma hâkim olan ulusalcı damarın doğal sonucu. Kocasakal benzeri, belki daha da radikal ulusalcı başka isimler de parlayacak yakın zamanda.
DEMEDİ DEMEYİN
Meral Akşener de liderlik yolunda ilk olarak ABD’ye gitmeyeceğini açıklamıştı; çünkü anti-Amerikancı (ya da moda tabirle anti-emperyalist) söylemin sandıkta karşılığı olduğunu biliyor. Dünya siyasetinde de, genellikle aşırı sağdan doğan tek bir tezi körü körüne savunan liderlerin yükseldiği eğilimi ön plana çıkıyor.
Afrin Operasyonu sonrası bayrağın etrafında kenetlenen Türkiye’ye bakıldığında da 2019’da Erdoğan’ın rakibinin bu tarz, hatta Erdoğan’ın mevcut ulusalcı söyleminden dozu daha yüksek bir demagog olacağı tahmin edilebilir. Federasyon tezleri ve “çift dilli hayat” hayali tarihe gömülürken siyasette tek bayrak-tek devletçi, katı ulusalcı bir söylemin karşılığı var. Yakın zamanda doz arttıkça hâkim olmaya başlayan tonla kıyaslandığında Erdoğan “özgürlükçü” alternatif bile görülebilir, demedi demeyin.
***********
HÜSRAN YILI OLABİLİR
- HOLLYWOOD’da kadının senesi olacaktı, oyların bölüneceği sene olacağa benziyor. Birkaç hafta öncesine kadar “Lady Bird”ün kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu ama Altın Küreler ve SAG ödüllerinden sonra hava değişti.
- Galiba Oscar tarihinin en büyük hüsran yıllarından birini yaşayacağız. Tıpkı 2006’daki “Crash” hatasında olduğu gibi aradan korkunç “Three Bilboards Outside Ebbing, Missouri” sıyrılabilir.
- “The Shape Of Water” 13 dalda aday ama filmin en büyük ödülü yönetmen Guillermo Del Toro’ya gidecek, en iyi filmi alamayabilir.
- Geçmiş yıllarda tartışmalara neden olan siyah-beyaz ayrımcılığı pek kalmamışa benziyor Akademi’de. Irk ayrımcılığı konusunda başyapıt olan “Get Out” aday.
- James Franco’yu sette taciz iddiaları vurdu. Senenin en iyi filmlerinden biri olan “The Disaster Artist”i çekti ve başrolünde harikalar yarattı ama birkaç haftadır çıkan haberler onu vurdu.