CHP'liler iktidardan memnun
HAFTA sonu yapılan CHP kurultayını uzaktan, şöyle göz ucuyla bile takip etmek içimden gelmedi. Büyük bir vakit kaybı çünkü. Türkiye tarihinin demokrasi mücadelesi gibi CHP kurultayları; demokrasi sadece varmış gibi görünüyor, o kadar.
Son yıllarda sırf vitrinde şık gözüksün gibi bir demokrasi kaygıları da yok. Mevcut liderlik aleyhinde konuşan, eleştiren Fikri Sağlar gibi parti üyelerine ihraç süreci bile açılıyor mesela. CHP kurultayı da koltuğuna yapışan ve türlü kurnazlıklarla bu koltuğu bırakmamayı garanti altına alan bir genel başkanın tutkusunu kitabına uydurma çabası sadece.
YIPRANAN MARKA
Türk siyasetinde koltuğa bir gelen gitmiyor, ama halkın önünde arka arkaya başarısız olan bir siyasetçinin kendi partisinde sürekli ödüllendirilmesi nadir bir durum olsa gerek.
Ne yazık ki ortada bir trajedi var ama. Liderlerden bağımsız olarak CHP’nin bir kurum ve marka olarak yıpranmışlığı, çürümüşlüğü. En az parti içindeki liderlik tartışmaları kadar hâlâ sayıları hiç de azımsanmayacak bir kitlenin umudunu CHP’ye bağlaması. Normal şartlarda bir anamuhalefet partisinin siyasi tartışma çıtasını yükseltmesi, iktidarı her an hesap vermeye hazır bir konumda tutması gerekir. Ama CHP bütün bunları yapmadığı gibi seçmene karşı herhangi bir sorumluluk da hissetmiyor. Eskiden bir mahcubiyet olurdu, şimdi o da yok. Hangi toplumsal tartışmayı başlatıyor, hangi konuda iktidarı zorluyor ya da hangi değişime önayak oluyor?
Bu soruların yanıtı olmadığı için CHP’nin de varlık sebebinin bir anlamı yok.
Mevcut siyasi düzende partinin başında kim olursa olsun belli bir oy oranının garanti olduğunu biliyor CHP. “Yüzde 25’le yetinme” partinin en önemli ilkesi olmuş durumda.
Cumartesi günü parti liderinin “Başbakan Kılıçdaroğlu” sloganları attığını okudum. Bir sonraki seçimlerde Başbakanlık diye bir konum olmayacak halbuki. Müthiş bir ironi yapmıyorlarsa, partinin kaderini belirlemek için oy kullanan delegelerin bu basit sloganı bile CHP’nin kendini iktidara ne kadar hazırladığına dair fikir verebilir.
DEĞİŞİM TALEBİ YOK
CHP değişmiyor ve ciddi bir siyasi alternatif olamıyor çünkü ne içeriden ne dışarıdan böyle bir talep var. Partiyi yönetenler sınırlı oy oranından gayet memnun. Yüzde 25 CHP’ye görünürde muhalefet partisiymiş gibi davranma imkânını fazlasıyla veriyor.
Giderek CHP seçmeninin de partinin bu oranda kalmasından memnun olduğunu düşünmeye başlıyorum. Seçmen de adeta mevcut iktidardan memnun, şu anki düzende daha iyisi olmadığını düşündüğünden CHP’yi herhangi bir etkin konumda tutmuyor adeta.
CHP’nin yüzde 25 oyu “Aslında iktidarı seviyorum ama eşe dosta muhalif olduğumu göstermek için oy vermiyorum”dan başka bir anlam ifade etmiyor. Bir taban hareketi, seçmende gerçekten bir istek olsa ne CHP olduğu yerde kalır, ne Kemal Kılıçdaroğlu koltuğunu korurdu. Alan memnun, satan memnun oysa. Gerisi ise koca bir vakit kaybı.
***********
KAVUK’UN SAHİBİ
MÜNİR Özkul’un kızı Güner Özkul babasının Ferhan Şensoy’a devrettiği Dümbüllü’nün kavuğuyla ilgili Ayşe Arman’a konuşuyor.
“[Kavuğun Rasim Öztekin’e verilmesini] bir devir teslim değil de, nöbet teslimi olarak görüyorum. Yani ‘Artık Rasim bu senin hakkındır! Her şeyi sen de benim kadar layıkıyla yerine getirdin, bu kavuk senindir!’ deyip vermemiştir Ferhan Abi. Bence Ferhan Abi bu sorumluluğu taşımak istemedi, çok yoruldu. İlle de birine vermek gerekmiyor. İçinden gelirse verir, gelmezse vermez.”
Ferhan Şensoy da CNN Türk’e verdiği bir söyleşide “Hep bana soruluyor, kavuğu kime vereceksin? Münir Abi kavuğu bana devrederken ‘İlle birine vermek zorunda değilsin, vereceğin adam Türk tiyatrosunu senden sonra alıp ileri götürecek bir bayraktar olacak. Bu halkın tanıdığı, sevdiği muhalif biri olacak’ dedi. Öyle biri yok! Ben kavuğu ne yapacağım Münir Abi?” demişti.
Kavuk’un Rasim Öztekin’e gitmesine şaşırmıştım. İyi, hoş ama Türk tiyatrosunu ileriye götürecek biri değil sonuçta. Hep ikinci planda kalan, ikinci rollerin oyuncusu oldu. Kendi adına tiyatrosu da yok.
Sonuçta Güner Özkul’un dediği doğru. O kavuk Rasim Öztekin’e devredilmedi, emanet edildi.
***********
ASLINDA NE DİYOR?
KELEBEK yazarı ve Star TV sunucusu Cengiz Semercioğlu önceki gün mealen “Nusret’i açıldığı günden beri ilk kez eleştirenlerden biriydim, ama şimdi dünyaya açıldığı için destekliyorum” diye yazıyor.
Ben de bu cümleyi “Eskiden bedava yiyemediğim için eleştiriyordum, şimdi ise Nusret’in patronuyla televizyondaki patronum aynı o yüzden sesimi çıkaramıyorum” diye okuyorum.
***********
SHARON STONE UĞRUNA
ÇOCUKLUĞUMUZUN “Maceranı kendin seç” romanları vardı ya... Okurken kahramanın hikâyedeki yolculuğunu kendimiz belirleyip farklı sayfalara atlardık hani. Steven Soderbergh’in HBO için yaptığı “Mosaic” dizisi bu muazzam tarzın ekrana yansımış hali.
HBO’da ilk kez beş gün arka arkaya gösterildi “Mosaic” ama bildiğimiz dizi kurgusuyla. Oysa dizinin app’sinde hikâyenin yönünü seçebiliyorsunuz. Ne yazık ki dizi Türkiye’de var, ama app’si yok. Bu da bütün özelliğini öldürüyor.
“Mosaic”in bu yenilikçiliğinin dışında bir özelliği daha var: Sharon Stone. 90’ların seks sembolünün kariyeri sonra tuhaf, anlaşılmaz yerlere kaydı.
Ama bu diziyle adeta geri dönüş yapmış gibi. “Mosaic” çok çarpıcı olmasa da hikâye olarak, Sharon Stone’u izlemekten gözlerinizi alamıyorsunuz.