Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TRUMP dönemi Beyaz Saray’ın ilk aylarını anlatan, bu sene başında yayımlandığında epey fırtına koparan Michael Wolff’un “Fire and Fury” kitabını yeni bitirdim. Bir casus romanı gibi heyecanla akıyor, her sayfasından dedikodu ve “Bu kadar da olmaz ki” tepkisi vereceğiniz olaylar fışkırıyor.

        Ama bir süre sonra da sıkıyor. Çünkü kitap kendisini tekrar ediyor. Ana mesajı şu: “Donald Trump kendini bilmez bir beceriksiz.” İyi de bunu bilmiyor muyuz zaten?

        Wolff gerçeği provokasyon uğruna eğip bükmeye meyilli, ayrıntılara saplanmaktan, mutlak doğruluktan yana değil. Doğrusu mesleki standartlarıyla Türk gazetecilerini andırıyor.

        SON GÜLEN TRUMP

        Tıpkı Türk gazetecileri besleyenler gibi ona bu kadar “içeriden” bilgiyi birinin verdiğini anlamak mümkün: Bir dönem Trump’ın beyni olarak görev yapan ve hatta gölge başkan olduğu söylenen Steve Bannon. O söylemiş, Wolff bir sekreter gibi not almış. Kitabın hemen her yerinde Bannon’ın keskin zekâsı, stratejisi anlatılıyor, sürekli övülüyor.

        Kitabı bitirince düşünmeden edemedim: Donald Trump hâlâ Beyaz Saray’da oturuyor ve düşeceğini, bir sene dolmadan görevden alınacağını düşünenler yanıldı. Övülen, dâhi muamelesi yapılan Steve Bannon ise kısa süre önce Beyaz Saray’dan kovuldu.

        Son gülen kim bu durumda?

        Trump’ın amatör olduğunu biliyoruz, sıradan bir Başkan olmadığı da ortada. Ama görevi yerinde öğreniyor. Basındaki muhalif gazeteciler bile son Davos toplantısında iyi bir performans çıkardığını, diğer liderler tarafından saygı gösterildiğini anlatıyor.

        Eleştirilerse hâlâ ilk günlerden kalma ve slogan boyutunda. Bu adam tecrübesiz, deli, yeteneksiz. Bir süre sonra aynı sözlerin tekrar edildiğini duyunca hem etkisi kayboluyor, hem de doğruluğunu sorgulamaya başlıyorsunuz. Belki de dedikleri kadar kötü değil Trump.

        Klişeleri tekrar etmekten daha zekice ve usta bir muhalefet yapılabilmeli.

        AYNI TÜRKİYE

        Bizde de aynısı olmadı mı? Bütün medya ve muhalefet 2003 yılında siyaset sahnesine çıkan yeni bir partiye en ufak bir şans tanımadan sürekli vurdu, eleştirdi. O günlerde toptan reddetmek yerine diyalog kapıları açılsa, en azından fırsat verilse belki de Türkiye şimdiki kadar kutuplaşmazdı.

        ABD, 15 sene önce Türkiye’deki sürecin bir benzerinden geçiyor. İki ülkenin dinamikleri çok farklı olmasına rağmen temelde birçok ortak unsur var.

        Basının tavrı kadar, iktidardan sürekli şikâyet edip kendi kapısının önünü dahi toparlayamayan muhalefet de benziyor. Trump’ı devirmeye niyetli Demokrat Parti’de hâlâ ciddi, toplumu sürükleyecek bir lider çıkmıyor mesela. 2020 seçimlerinde hâlâ eski adaylar ihtimal olarak konuşuluyor. İki ülkenin de muhalefetinin durumu çok acıklı.

        Kendi tabanının hâlâ destek verdiği, gayet memnun olduğu Trump ise ikinci seçimi de kazanırsa kimse şaşırmasın.

        ***********

        RIFAT ABABAY’A SUÇÜSTÜ

        DÜNKÜ Posta Gazetesi’nin Topkapı Otogarı’nı andıran birinci sayfasında bir “tabela” dikkatimi çekti: Nusret’in lokantasına gelen ünlülere 400 bin dolar verdiğine dair bir haber.

        Sahi Posta Gazetesi bu iddiayı nereden duydu?

        Benden duydu tabii ki; geçen haftalarda yazdım. Hatta Posta da “Nusret’le ilgili Oray Eğin’den bomba iddia” diye 31 Ocak günü internet sitesinde haber yaptı.

        Üzerinden iki hafta geçtikten sonra da aynı haberi birinci sayfada sanki yeniymiş ve kendilerininki gibiymiş kullanıverdiler.

        Yapılan en kibar tarifiyle hırsızlık, karşısındaki aptal yerine koymaktır. Rıfat Ababay bu kurnazlığın fark edilmeyeceğini zannediyor belki. Ama gözümün üstünde olduğundan habersiz. Kalça fotoğrafıyla tiraj alması Posta’yı meslek etiğinden muaf kılmıyor.

        ***********

        #DiziÖnerisi

        İKİ KADIN HAKKINDA

        DIVORCE: Geçen kış hava o kadar soğuktu ki bir arkadaşımla eve kapanıp kucağımızda dışarıdan sipariş verdiğimiz yiyeceklerle iki günde ilk sezonu bitiriverdik. Sabun köpüğü gibi bir dizi, öylece akıp gidiyor. Başroldeki Sarah Jessica Parker da “Sex and the City”deki Carrie’nin evlenip boşanmış hali gibi. Ama kendisini izlettiriyor. Ağzınız açık kalıp neler olacağını merak etmiyorsunuz, ama boşta kalınca iyi gidiyor. Üstelik kaliteli, oyunculuklar çok iyi. Dizi zorla uzatılmış hissi vermiyor.

        BARON NOIR: Tek bir bölümünü dahi izlemeden tavsiye ediyorum, çünkü çok merak ediyorum. Fransa’da ikinci sezonu yayınlanan dizide ne isterseniz var: Makyavel taktiklerini benimsemiş muhalefet lideri, Macron’u andıran genç ve merkezdeki kadın Cumhurbaşkanı, Élysée Sarayı, rüşvet skandalları, erkeklerin dünyasında var olmaya çalışan bir kadının mücadelesi var. Daha ne olsun? “West Wing”de Beyaz Saray’ı, “Borgen”de Danimarka siyasetini keyifle izlemiştim. Sıra Fransa’ya geldi.

        ***********

        BİRİLERİ YANITLASA

        “ERGİL ABİ” KİM?

        Muazzez Abacı kendisine destek veren isimler arasında rahmetli Ergil Tezerdi’yi sayıyor.

        Abacı’ya nasıl bir destek vermiş olabilir? Yıllanmış magazin gazetecilerinden kimse yok mu Ergil Tezerdi’yi anlatacak? Aykut Işıklar, Alice, Kenan Erçetingöz...

        Hiç değilse Sacit Aslan.

        BU TANITIM NİYE?

        Bu arada... Kelebek günlerdir Abacı’nın “karaoke” albümünü neden övgü bombardımanına tutuyor? Yanıtını biliyorum ama ben söylersem Faruk Bildirici’ye hiç iş kalmayacak.

        ***********

        HINCAL ULUÇ YANILIYOR

        POLİSİN kent meydanlarında görünür olmasının suçu önleyeceğini, erken tedbir olacağını düşünüyor. Oysa şehir merkezinde polisin varlığı görüntü olarak tedirgin edici bir unsur, bunun olumsuz etkisini tahmin edemiyor.

        Önemli olan polisin varlığını hissettirebilmesi, özellikle de görünmeden.

        Türkiye’de “Bu saatte polis yoktur, ne olacak” diye yanlış yere park edip ters sokağa giriyor sürücü. Ve yakalanmıyor.

        KORKU İŞLEMİŞ

        ABD’de, “Bu saatte ortalıkta polis olmasa bile herhangi bir yerden çıkabilir” korkusuyla sabah 3’te de trafik kurallarına uyuyor sürücü. Uymadığında da mutlaka yakalanıyor.

        New York’ta sokakların temizlenme saati var, diyelim 9-11.30 arası. 9’u bir geçe park halinde araç görmek imkânsız. Korku içine işlemiş bir kere.

        Hıncal Abi’nin oturduğu Alkent yolunun kavşağında ne oluyor? Bir kaosun ortasında ne yaptığını bilmeyen polise “E herkese ceza kessenize” demiştim. “Buna defter mi dayanır” dedi. İstediği kadar görünsün, inisiyatif almadıkça...

        Diğer Yazılar