Kadın düşmanı kadınlar
HAPSE giren bütün gazetecilerin kitaplarını hem merak ettiğim hem de kendimce destek olmak için alıyorum. Sözcü’nün internet sitesinin bir dönem sorumlu yazıişleri müdürlüğünü yapan Mediha Olgun’un cezaevi anıları da özellikle bir kadının perspektifinden cezaevini anlatacak olması dolayısıyla ilgimi çekti.
“19 Mayıs: Cezaevinde Bir Gazeteci” kitabında, medya siteleri ilk olarak Olgun’un koğuş arkadaşı Nazlı Ilıcak’la ilgili gözlemler ve dedikoduların üzerine atladı. Aralarında yaptıkları kimi sohbetleri aktarmış Olgun. Anladığım kadarıyla, küçücük bir koğuşta birlikte kaldığı Ilıcak daha önce hiç tanımadığı ama 7/24 birlikte vakit geçirdiği Olgun’a açılmış. Şaşılacak bir durum değil, hücre arkadaşı insanın geçici de olsa her şeyi olur.
Sohbetlerde Ilıcak’ın eski eşiyle ilgili kimi anıları, gazetecilik üzerine yaptıkları tartışmalar, siyasi partilerle ilgili yorumları geçiyor. Olgun önce bunları yazıp yazmama konusunda tereddütte kalmış, ancak geçmişte de cezaevine giren Ilıcak’ın kendi anı kitabını görünce cesaretlenmiş.
Sadece 4 ay birlikte mecburen kalmak zorunda olduğu Olgun sayesinde Ilıcak’ın çocuklarının babasını taşralı bulduğunu, ailesi tarafından zorla evlendirildiğini, AK Parti’den nefret ettiğini falan öğreniyoruz. Koğuş arkadaşlığı imtiyazıyla öğrenilen özel bilgiler aynen aktarılmış, hiçbir izin ya da onay almadan üstelik.
ARKASINDAN KONUŞUYOR
Anı yazımında kabul edilebilir bir durum kimi şahsi konuşmaları kitaba dökmek, günlükleri yayımlamak falan. Ama Hasan Cemal’in Cumhuriyet günlüklerinden tutun da yabancı yüzlerce örneğe kadar anıların biraz pişmesi, demlenmesi, zamanının gelmesi gerekiyor. Hele hele anılardaki insanlar hâlâ hayattaysa ve anıların rencide edici tarafları, özel hayata dokunan kısımları varsa biraz daha tedbirli olmak hem mesleki hem ahlaki bir zorunluluk.
Olgun daha yeni hapisten çıktı. Üzerinden yeteri kadar zaman geçmeden hemen cezaevi magazinine teslim olmuş. Kitap satmak için değer mi? Üstelik muhatabı, sayfalarında dalga geçerek bahsettiği kişi 70 yaşını aşan, yakın zamanda müebbet hapse çarptırılan bir gazeteci.
Konunun merkezinde Ilıcak’ın olması bu çarpıklığı hafifletici bir neden değil. Ilıcak da serbest kalsa, abartılı bir cezaya çarptırılmasa eğlenceli bir dedikodu kitabı olarak okuyup keyif bile alınırdı belki. Oysa bu hali biraz ayıp ve rahatsız edici.
Olgun belli ki Ilıcak’a karşı önyargılar içinde, zaten bunu da pek gizlemiyor. Ama bu önyargılarla birlikte tuhaf bir hayranlık da besliyor ki bir yandan muhatap olmamaya çalışıyor, diğer yandan onu gözlemlemeden duramıyor. Ilıcak kendi aile hayatından bahsederken suskun kalıyor, dinlediğini ezberliyor ve içinde biriktirdiği yanıtları kitabın sayfalarında veriyor. Arkasından konuşmaktan farksız.
KADIN DAYANIŞMASI YOK
Ilıcak’ın saçını cezaevi kuaförüne yaptırması, Bodrum işi kıyafetler giymesi kitapta dalga geçme malzemesi. İşin magazininde olan Olgun derinlikten yoksun olduğu için bunun çok acı bir hayata tutunma çabası olduğunu göremiyor.
Bu üslup bana, gazetecilik yaptığım yıllar içinde erkek egemen Türk medyasında birbirleriyle dayanışma içinde olması gereken “azınlık” gruplarının (kadınlar, eşcinseller, vs.) hep birbirlerinin en büyük düşmanı olduklarını hatırlattı. Sayfada feminizmden bahseden, kadın gazeteciler içinde inisiyatif kuran birçok kadının koridorlarda hep birbirlerinin kuyularını kazdığına şahit oldum. Bu ikiyüzlü sahte dayanışma yüzünden de kurulu düzen hiç sarsılamadı.
Olgun, hiç değilse görünürde daha dürüst. Kadın dayanışması gibi bir zırhın arkasına saklanma gereği bile duymuyor. Nefret ve düşmanlığını, haset ve çekememezliğini olduğu gibi yansıtıyor. Bunun zaten içeride ağır bir travma yaşayan bir kadına, bir meslektaşına nasıl fazladan gereksiz bir yük olacağıyla ilgilenmiyor bile.
***********
MESELE KEŞKE ÇATAL-KAŞIK OLSA
CEHALETİN kurumsallaşabileceğini göstermek için yayımlanan Kelebek’te, Cengiz Semercioğlu bu sefer İstanbul’daki Çok-Çok’a gitmiş. Masada kaşık ve çatal olduğunu görünce garsona nedenini sormuş: Tayland kültüründe bıçak olmadığı için sofraya koymuyorlarmış.
Oysa Semercioğlu her şeyi biliyor ya... Tayland’ı bir baştan bir başa dolaştığını ama böyle bir şey görmediğini yazıyor. Rüyasında mı dolaştı Tayland’ı diye merak ettim. Zira hem Tayland’da hem de dünyanın bütün Thai lokantalarında sofraya kaşık ve çatal konulur. Bilmeyenler, Asya’nın monokültür olduğunu düşündüklerinden çubuk ister.
Bu baskın cehalet insanı kendi bildiğini sorgulamaya itiyor. Önceki gün Londra’da Som Saa isimli Tayland lokantasında kendimi kaşık ve çatallı sofraları incelerken buldum, bir an şüpheye düşüp “Acaba ben mi yanlış biliyordum?” deyip.
***********
#HAFTANINTAVSİYESİ
BOŞANMANIN NESİ KOMİK?
YAŞAYAN en büyük komedi dehalarından Chris Rock’un yeni stand-up gösterisi geçtiğimiz günlerde Netflix’e düştü. Rock yıllardır ABD’deki ırk tartışmaları üzerine toplumbilim uzmanlarından daha derinlikli gözlemler yapıyor, klasikleşen espriler üretiyor.
“Tambourine” isimli son gösterisinin ilk bölümünde de bildiğimiz “Rock esprileri” var. Mesela “Artık polisin beyaz gençleri de öldürmeye başladığı bir ülkede yaşamak istiyorum” diye söze giriyor. Her zaman şakalarını insanı nereye gideceğine dair tedirgin eden bir başlangıç üzerine inşa ediyor zaten.
BOŞANMA SÜRECİ
Gösterinin ikinci bölümünde ise daha önce hiç alışık olmadığımız kadar şahsi meselelere değiniyor. Eşiyle boşanmasını anlatıyor... Onu aldattığını, porno bağımlısı olduğunu, evliliğin neden yürümediğini... Kimi kısımları gerçekten çok üzücü, insanın boğazına saplanır gibi. Buradan espri çıkmaz derken öyle bir kreşendoya girişiyor ki kahkahalar ardı ardına geliyor.
Bir stand-up’ta başarı ölçütü şakaların akılda kalışı olsa gerek. “Tambourin”de en az 10 tane sağlam, hiç unutulmayacak espri var.
***********
KISA DÖNEM PLANLARIM
- Video işine merak salıp Adobe Premier ustası olacağım...
- Yeniden bilmediğim şehirlere gitmeye başlayacağım...
- Uzun uçak yolculuklarına bölerek çıkacağım...
- Türkiye’de daha fazla vakit geçireceğim...
- “Canelé” pişirmesini öğreneceğim...
- Daha fazla anı kitabı okuyacağım...