Orijinali olmayan kopya
AUSTIN’de bir genç beni durdurup üzerimdeki tişörtün anlamını soruyor. Geçen yaz Londra’daki Saatchi Gallery’den almıştım; üstündeki fotoğraf ve yazıdan ne demek istediği gayet net bence. Pazılarını sıkmış bir siyah-beyaz erkek çocuk fotoğrafının üzerine kırmızı zeminde beyaz futura oblique fontla “We don’t need another hero” (Yeni bir kahramana ihtiyacımız yok) yazıyor.
-Barbara Kruger’in bir eseri olduğunu kim bilmez? Ama gencin dikkatini antikapitalist ve feminist sanatın öncülerinden Kruger değil, başka bir yeden aşina olduğu o kırmızı şerit çekiyor.
-Ona açıklama yapmak, bilgilendirmek zorunda hissediyorum kendimi ve “Supreme logosu da buradan esinlendi, Barbara Kruger’in işlerine gönderme” diyorum.
-“Her perşembe zaten yeni Supreme ürünleri çıkınca alabileceğimi alıyorum. En son su şişesi aldım” diyor.
-90’lı yıllarda New York’ta kaykaycılara kıyafet yapan küçük bir mağaza olarak açılıp oradan dünyaya yayılan, Kapalıçarşı’da bile artık sahteleri üretilen Supreme sadece bir marka değil, bir yaşam tarzı adeta. Farklı, özgür, sıradışı ve özel olduğunu hissetmek isteyen gençlerin sığınağı. Yerleşik düzene karşı bir alternatif, sokağın sesi.
-KAPİTALİZMİN ZAFERİ
-Bu arada kendisi de yerleşik düzenin bir parçasına dönüşüverdi. Kruger’in işlerinden uyarladıkları logoyu iç çamaşırından tükenmez kaleme, Louis Vuitton çantalardan saç tokasına kadar akla gelebilecek her şeyi üzerine uygulayıp bir imparatorluk yarattılar. Sonunda referansın orijinalinin önüne geçtiği bir kültürün de sürükleyicisi oldu.
-Oysa Supreme’in açıldığı yıllarda ben lise öğrencisiydim ve bir kartpostal üzerinde Kruger’i keşfedip büyülenmiştim. İnternetten önce merakı gidermek zamana yayılan bir süreçti. Kitapçılarda karıştırılan sanat kitaplarından, müzelerden ya da daha konuya hâkim insanlarla tanışılarak, onlara sorarak öğreniliyordu yeni bilgiler.
-Şanslıydım, sonraki yıllarda Kruger’in orijinallerini de görme şansım oldu. Günümüz gençleri ise aynı heyecanı perşembe günleri Supreme kuyruğunda hissediyor.
-Aslında, tam da Kruger’in sanatında eleştirdiği kapitalizmin zaferi: Ticari bir ürün olan kıyafet markası, esinlendiği bir sanatın yerini alıyor yeni bir kuşağın belleğinde.
-Jean Baudrillard, orijinalle kopyanın yer değiştirdiği, orijinalinin anlamını yitirmeye başladığından söz ederken bunu kastediyordu herhalde.
***********
-MİLENYUM KUŞAĞININ DAVOS’U
-YILLARDIR Austin’de düzenlenen konferans ve festival haftası SXSW’e ikinci kez katılıyorum ve bu sefer çağımızdaki gerekliliğini ciddi olarak sorguladım.
-Bilgi kanalları sonuna kadar açık, erişim sınırsızken SXSW’de panellerde konuşulan, öğrenilen, ufuk açan pek bir şey yok aslında. Biraz kitap okuyan, gazeteleri takip eden, podcast dinleyen biri için anlatılanlar genelde tekrar ve özetten ibaret. Konuşmaların çoğu canlı yayınlanıp sonradan da Youtube’a konduğunda yerinde izlemenin de anlamı kayboluyor.
-ORTA KADEME
-Dünyanın milyarderleri Davos’ta ufuklarının açılmasını bekleyip kendi denkleriyle sosyalleşirken milenyum kuşağı da her sene Austin’e akın ediyor. Ama Davos ne kadar üst düzeyse, Austin de o kadar başlangıç ve orta kademe seviyesi. Reklam ajansı sahibi bir arkadaşım, “Junior’ları patronlar her sene buraya yollasın, onlar da minnettar kalsın” dedi... Ki haklı.
-SXSW gibi platformlar yeteri kadar bilgili olmamakla eleştirilen “millennial”ların ufkunu açmaya yarıyor. Derinlemesine bilgi sahibi olmak isteyenlerin yeri değil burası, ama ne oluyor bitiyor diye haberdar olmak için faydalı. (Bakınız: Supreme giyen gençler.)
-GENÇLER MEMNUN
-Davos’ta konuşmacılarla sahnedeki insanlar aşağı yukarı birbiriyle denk. Austin’de ise sahne ve seyirci arasında ciddi bir uçurum var. Canlı konuşmacılar kulisten salona alınıyor, hiç temas ettirilmeden süreleri dolunca salondan çıkarılıyor.
-Ama gençler kendi aralarında birbirleriyle tanışmaktan memnun. Film yönetmeni adayları, dijital dünyada çalışanlar veya üniversiteliler için bir cennet. İşbirliği yapmayı hayal ediyorlar, belki birlikte yükselecekler, aralarından parlayan birini ileride “Ta kaç sene öncesinden tanıyordum” diyecekler. İlk filmini SXSW’de gösteren Barry Jenkins daha sonra “Moonlight”la Oscar aldı mesela; böyle başarı öyküleri var. Bu uğurda konferanslar ya da film gösterimleri için saatlerce kuyruk beklemek de gençlere koymuyor. Elon Musk’la hiç temasları olmasa bile aynı odada olmak yetiyor.
-Ben ise evde oturmanın, oturduğum yerden öğrenmenin en büyük lüks olduğunu düşünüyorum artık. O yüzden de “Daha da gelmem Davos’a” noktasındaydım.
***********
AUSTİN NOTLARI
- O kadar beyaz bir şehir ki dışarıdan okumaya gelen siyah öğrencilerin çoğu ilk sene epey mutsuz olup depresyona giriyor. En az iki ayrı öğrenciden duydum.
- Teksas’ın mutfağı daha doğrusu barbeküsü meşhur. Saatlerce pişirilen etler, sosisler tartılarak satılıyor ve tabii ki hepsi çok ama çok ağır. Son kararım: BBQ abartılan bir mutfak.
- Bir hipster sığınağı burası... Yüzlerce kahve dükkânı, farklı çeşitlerde yapılan kahve ve hiç bitmek bilmeyen kahve fetişizmiyle anlamak mümkün.
***********
BU FİLM KONUŞULACAK
BİR buçuk saat kuyruk bekledim önceki gün “Sorry to Bother You” filmini izlemek için. Temmuz ayında ABD’de gösterime girecek ve geçen sene “Get Out” nasıl bir etki yarattıysa öyle tartışılacak. Ve tıpkı “Get Out” gibi neden ABD’de önemsendiği Türkiye’de anlaşılmayacak.
Filmin tüm esprisi ses ve aksanda gizli; bırakın tercümede kaybolmayı kulak aşinalığı olmadan yakalamak imkânsız.
***********
EN DUYGUSAL AN
SADECE tek bir “30 Rock” bölümü bile izlemiş biri Tracy Morgan’ı nasıl sevmez? Üç sene önce geçirdiği trafik kazasından sonra insanlar kendi tanıdıkları biri yaşam mücadelesi veriyormuş gibi üzülmüştü. Morgan komadan çıktı, ciddi bir beyin hasarına rağmen mucizevi bir şekilde toparladı. O günden beri de ilk kez ekranlara şimdi dönüyor.
Geçen hafta “The Last O.G.” dizisinin iki bölümünü gösterdi SXSW’de. (Nisanda başlayacak.) Uzun uzun alkışlandı, kahkahalar koptu salonda ama dizi muhteşem olduğundan değil. Herkes ama herkes onu çok özlemiş.