Amiral gemisi
YIL 2002 ya da 2003 galiba. Radikal koridorlarında bir grup gazeteci kendi aralarında mesleki dedikodu yapıyor, ahkâm kesiyorlar. İçlerinden biri bugüne kadar hiç unutmadığım şu tespiti yapıyor: “Türkiye’de bir gün toplu bir amnezi (hafıza kaybı) yaşansa ertesi sabah uyandığımızda Hürriyet artık basının amiral gemisi olmaz.”
Eski sayılarına baktığımızda sıradan bir magazin gazetesi olan Hürriyet aslında 90’lı yıllarda sektörün lideri konumuna ulaştı. Beğenin beğenmeyin, Ertuğrul Özkök’ün Türk basınına mirası budur. Aldığı gazeteyi tam 20 yıl boyunca merkezin sözcüsü yaptı. Yükselen değerlerin ve daha liberal görüşlerin mabedi Sabah’la kıran kırana tiraj rekabeti yaşasa da etkinlik konusunda hep öndeydi. Ayşe Arman, Fatih Altaylı ve Serdar Turgut gibi markalar buradan çıktı; Emin Çölaşan adeta tanrı katındaydı.
Ancak sonraki yıllarda Hürriyet daha çok kendi markasına fazlasıyla sırtını dayayan, sektörün liderlik konumundaki rakipsizliğinden fazla rehavete kapılan bir gazeteye dönüştü. Doğruya doğru, Özkök’ten sonra da Hürriyet’in sadece adı kaldı.
ÇOK YIPRANDI
Gazeteci arkadaşlarımla yaptığım Hürriyet geyiğinin tarihi önemli. AK Parti varla yok arası, Ertuğrul Özkök hâlâ görevde. Yani sonradan Hürriyet’in yıpranmasında etkili gösterilen faktörler henüz yok, buna rağmen bir grup gazeteci çürümeyi, zayıflamayı görebiliyorduk.
Medya ortamı ta o yıllarda Hürriyet’i tahtından indirecek kadar müsaitti çünkü. Ufuk Güldemir bu açığın farkındaydı ve interneti kullanarak yeni bir marka yarattı. Ama yazılı basında Galatasaray’ın Fenerbahçe’yi yıllardır yenememesinin altındaki psikolojik korku gibi kimse lidere meydan okumaya yeltenmedi. Hürriyet hem kendi iyiliği hem de basın sektörü için haddinden fazla büyümüş, haddinden fazla ulaşılamaz-dokunulamaz olmaya başlamıştı. Öyle olduğu için değil bizzat Hürriyet tarafından pompalandığı için algı gerçekmiş gibi zannedildi.
Hürriyet’in tahtı sarsılmaya müsaitti. Hıncal Uluç sık sık “Hürriyet’te editör olmak dünyanın en kolay işi” diye tekrarladı. Gazete sektör liderine yakışır örnek bir yayıncılık olmanın ötesinde basındaki çürümüşlüğün merkezi haline geldi adeta. Yapılan bariz editoryal hatalar bir yana, köşelerden şarkı sözü satılan, dizi bağlanan, reklam ayarlanan bir ticari işletmeye dönüştü. Sık sık yanlış siyasi pozisyona oynamasıyla, aldığı hatalı tavırlarla inandırıcılığını ve saygınlığını yitirdi.
Dönemin Akşam, Vatan gibi boşluktan faydalanıp Hürriyet’e ciddi rakip olabilecek gazetelerinin yazı işleri ve icra kurulu toplantılarına hep yenilgiyle başlandı. “Biz Hürriyet’le rekabet edemeyiz, o yüzden...” klasik strateji cümleleri oldu. Cem Uzan’ın Star Gazetesi bile büyük paralar harcamasına rağmen “ikinci lig” olmayı tercih etti. Çok sonradan Hürriyet’in susturduğu yazarlarla isim yapan Sözcü ise bambaşka bir kulvarı seçti.
YENİ LİDER KİM?
Bir tek Ciner Grubu’nun sahibi olduğu Fatih Altaylı’nın yönettiği Sabah ciddi bir tehdit oluşturmaya başlamıştı Hürriyet’e. Dinamik yayıncılık, kuvvetli bir kadro ve yeni bir patronla Sabah halka açılıp büyüyecekti; tehlikeyi gören Hürriyet bunu engellemek için en çok uğraşan oldu.
Hürriyet bugün hâlâ “amiral gemisi” olarak anılıyorsa elinde kala kala tek sermayesi alışkanlık olduğundandır.
Gazeteye yeni bir patronun ne getireceği muammasını koruyor. Ama değişimin yakın dönemli ilk etkisi Hürriyet’in aslında sektörün liderliğini hak edecek kalitede bir gazete olmadığının nihayet okurlarca da anlaşılması olacak. Kısacası, piyasadaki gerçek yerini bulacak, o algı ve alışkanlık hızla tarihe gömülecek.
Medyadaki her değişim başka gazeteleri de etkilediği için Habertürk’ün de Hürriyet’in satışına kayıtsız kalması imkânsız. Sonuçta, sektörün liderliği boşaldı ve bu tahtın doğal adayı da slogandan uzak serinkanlı yayıncılığı, herkese eşit mesafeli çizgisiyle Habertürk.
Önyargıları yenip, alışkanlıkları değiştirmek için çok çalışmamız gerek. Birisinin krizi başkası için her zaman tarihi bir fırsattır.
***********
İŞTE BU
GÜLSE Birsel’in “Jet Sosyete” dizisindeki peruklu karakterini bir yerden gözüm ısırıyordu. Dün Türk Twitter’ında #benzerişler etiketiyle yapılan yorumları görünce dank etti. Bir kullanıcı hemen yakalamış. 90’ların efsane dizisi “Evli ve Çocuklu” (“Married with Children”) dizisindeki Peggy Bundy aynı. 90’ların bir sloganıyla söylersem: Fark göremiyorum, ya sen?
***********
LOUİS VUİTTON SOKAĞA İNDİ
BİRKAÇ senedir gençler arasında çok popüler olan, yüksek etiket fiyatına rağmen epey rağbet gören Off-White markasının yaratıcısı Virgil Abloh modanın en kıskanılan koltuklarından birine getirildi pazartesi günü. Louis Vuitton’ın erkek koleksiyonlarından o sorumlu olacak artık.
Abloh aslında başarılı bir tasarımcı değil. Bir önceki kuşağın John Galliano’su ya da Alexander McQueen’i gibi bir dâhi usta asla değil. Modaya şimdi damga vuran Hedi Slimane, Raf Simons ya da Demna Gvasalia’nın yeteneğinin ve vizyonunun yanından geçemez.
Hatta Raf Simons’ın dediği gibi asıl zekâsı, başkalarının yarattıklarını uyarlayıp satması.
Ama başarı ölçüsü de satışsa Abloh sokağın dilini konuşup gençlere nasıl mal satacağını biliyor. Nike ile yaptığı spor ayakkabılar inanılmaz bir başarı hikâyesi oldu mesela.
Paris’te görüştüğüm Virgil Abloh artık Louis Vuitton’ın başında.
İKİNCİ SİYAH
Birkaç zengin amca dışında pek kimsenin sırtında görmediğimiz Louis Vuitton’ın erkek kıyafetleri geçen sene kaykaycı markası Supreme’le yapılan ortak koleksiyonla bambaşka bir yere evrildi. LV birden gençler arasında önemli oldu, sokak modası zaferini ilan etti.
İşte Abloh’nun atanması sokağı mutlu edecek, bu rüzgârı sürdürecek, satışlara olumlu yansıyacak, gençleri Louis Vuitton’a çekecek. Bir yaratıcılık, devrim değil de ticari açıdan mantıklı bir karar.
Kültürel olaraksa bir siyahın Paris modasının en üst düzey noktasına gelmesi çok sevindirici. (Bir diğer siyah tasarımcı Balmain’in başındaki Olivier Rousteing.) Abloh aslen Amerikalı, bu açıdan da Fransız statükosuna sızması devrimci bir adım.
Macerasını ilk günden beri yakından takip ettiğim Virgil Abloh ilk LV koleksiyonunu bu sene haziran ayında Paris’te gösterecek. Bir aksilik olmazsa yine orada olmayı planlıyorum.