Merkez can çekişiyor
BÜLENT Ecevit’in “Bir şeyler olacak yarın” şiirini her seçimden önce hatırlamak muhalifler arasında moda olmuştu birkaç sene önce. 2016’da Donald Trump’ın seçim zaferinden sonra benzer bir refleksi Amerikalı demokratlar gösterdi. Bu sefer Ecevit değil, İrlandalı şair W.B. Yeats’in “İkinci Geliş” şiiri günümüz siyasi atmosferine uyarlandı.
Yeats, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın yaşadığı büyük yıkımın ardından Hıristiyan öğeleri kullanarak dönemin fotoğrafını çekmişti satırlarında. Kaos ve endişeden insanları kurtaracak bir kahraman değil, aslan gövdeli insan kafalı bir canavar çıkıyor ve Beytüllahim’e doğru yol alıyor. Hz. İsa’nın yeniden doğup ikinci kez geleceğini bekleyen inanışın aksine peygamberin doğduğu şehirde bu sefer bir canavar dünyaya geliyor.
Trump gerçekten de doğmayı bekleyen bir canavar mı?
RADİKAL UNSURLAR
Şiirin en bilinen mısralarından biri “Things fall apart, the center cannot hold” cümlesini Türkçe’ye “Her şey yıkılıyor, bel vermiş ortadirek” diye çevirmiş Cevat Çapan. Oysa “Merkez tutunamaz” ya da siyasi tartışmaya uyarlamak açısından “Merkezin ayakta kalması zor” daha doğru.
Siyaset söz konusu olduğunda aşırı uçların toplumsal tartışmaları ele geçirip merkezi, bir anlamda da makulü saf dışı bırakmasına gönderme olarak kullanılıyor bu cümle. Nitekim, Trump’ı iktidara taşıyan aşırı faktörler arasında aşırı sağ görüşleri, bu görüşlerin mimarlarıyla ekibini donatması ve seçim kampanyası boyunca en uçta söylemleri kullanması vardı.
Çokseslilikte aşırı söylemlerin de yer alması kaçınılmaz, ama tehlike bu radikal unsurlar tekrarlanıp kabullenmeye başlanvdıkça oluşur. Kısa süre öncesine kadar marjinal olan merkezi ele geçirmeye, tartışmayı belirlemeye başladığında kendi gündeminden sapıp aşırı uçlara cevap yetiştirmeye çalışan merkez siyaseti de bilmeden tuzağa düşer.
Halbuki ortanın korunması önemlidir.
İngiltere’de işçi sınıfının mücadelesini yakından gören, Amerika’da siyah-beyaz ayrımının tam ortasına düşen Bülent Ecevit, merkezin önemini kavrayıp dönmüştü memlekete. “Ortanın solu” bir makul insanlar hareketi olduğu için parladı, kabul gördü.
Türkiye’deki seçmen kompozisyonu o zamandan bu zamana pek değişmedi. Çoğunluk hâlâ uçlarda değil, merkezde. Ama merkez çoktan şaştı ve seçmene sunulan seçenekler azaldı.
AŞIRI SAĞ DALGA
Çoktandır dünyadaki aşırı sağ dalgalanmaların Türkiye’ye yansımasının ne olacağını merak ediyordum; 24 Haziran seçimlerindeki muhalif aday kompozisyonu bir fikir veriyor gibi.
Türkiye’de ne zamandır merkezi, iktidar partisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan temsil ediyor seçmenin gözünde. İlk çıktığında alternatif görülen bir siyasi hareket zamanla hem merkezi yeniden tanımladı, hem de kendisini merkeze çekti. Temeli sağlam rejimlerde iktidarın böyle dönüştürücü bir etkisi vardır, herkesi biraz ortaya gelmeye zorlar.
Bu siyasi ortamda muhalif partilerin katkısıyla merkez sağdan aşırı sağa kayıyor.
“Şeriat dede”den “Asena”ya kadar merkezin uzağında yer alması gereken figürler, makul siyasetin temsilcileri, iktidarın alternatifi gibi sunuluyor. Selahattin Demirtaş kendi partisinin tek sol seçenek olduğunu söylüyor, ama etnisite temelli HDP’nin milliyetçiliği ile sol siyasetin çelişkisi üzerinde durmuyor. Tıpkı Vatan Partisi gibi. Muharrem İnce’nin ise, Yalçın Küçük’ün deyimiyle, “neyi temsil ettiği belli değil”. Orta değil de ortalama daha çok.
FIRSAT KAÇTI
CHP zaten çoktandır ortanın sağındaydı, yaptığı seçim ittifakı ve oy oranı bile bilinmeyen Meral Akşener’in yörüngesine teslim olarak resmen aşırı sağa kaydı. Şimdi Meclis’e bu sağ ittifak yüzünden üç marjinal parti girecek ve siyasette söz sahibi olacak, belki de ileride gündemi onlar dikte edecek.
Halbuki olması gereken seçmene inanacağı ve güveneceği, her siyasi yelpazeden adayların çıkmasıydı. Aşırı sağ Temel Karamollaoğlu varsa Avrupa’daki Yeşiller Partisi seviyesinde bir sol aday da çıkarılmalıydı; bu çeşitlilikte her söylemin tartışılmasıyla orta yol bulunup merkez de kendi kendini sağlama almaya başlardı.
Gerekirse seçim kaybetme pahasına da olsa yapılacak bu tercih, siyasi partilerin topluma karşı yerine getirdikleri bir sorumluluk olacaktı, önemli bir fırsat kaçtı. Zira Foucault’nun da işaret ettiği “toplumun savunulması şarttır” ve mücadele alanı siyasi spektrumun tam ortasıdır.
***********
ŞAHSİ GÜNDEMİM
- Donald Glover adlı bir yeteneğin ürettiği bir çağda yaşıyor olmaktan ne kadar şanslı olduğumuzu düşünüyorum “Atlanta” nın her bir bölümünü tekrar tekrar izlerken.
- Kanye West’in Trump sevdasını, “Benim aslında büyük bir planım var” diye açıklamasının altından bir şey çıkmayacağını bilsem de merak etmeye devam ediyorum.
- Donatella Versace’nin Met Gala’ya giydiği kostümü tasarlarken bilinçaltında bir yerlerde Zeki Müren’in şortlu sahne kıyafetinden esinlendiğini düşünüyorum.
- Wim Wenders’in Papa belgeseli, Metropolitan’da modadaki Katolik etkisi sergisi derken bu sezon moda Katolik Kilisesi mi diye düşünmeden edemiyorum.
- Hayattaki en büyük amacım olan Met Gala’ya davet edilme ihtimalinden giderek uzaklaşıyor, keşke zamanında bir Kardashian’la evlenseydim ya da kendi reality show’umu yapsaydım diye hayıflanıyorum.
***********
GİZLİ YANDAŞ MEDYA
PAZAR günkü Cumhuriyet’in manşetinde Muharrem İnce var, ama manşette “Demirtaş’a gidecek” ifadeleri yer alıyor. İlgilendikleri Muharrem İnce ya da ne dediği değil; sadece Demirtaş’ı desteklemek. Üstelik sayfada bir büyük Selahattin Demirtaş haberi daha var.
Gazetenin Demirtaş’ı desteklemesinde sorun yok, ama bunu neden açıkça yapmıyor oluşu kuşku uyandırıcı. Bir aday üzerinden başka bir adaya destek çıkmak ucuz bir kurnazlık, İnce’ye de ayıp Demirtaş’a da.
Cumhuriyet kendi okurundan çekiniyor ve “yandaş medya” damgası yemek istemiyor olabilir, ama bu çabalarının çok başarısız olduğu ortada.