Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        PAZARTESİ günü hayata veda eden Tom Wolfe, uzaya ilk gönderilen astronotlardan hippilere Amerikan hayatlarının en büyük yazarıydı. Popüler kültüre “radikal şıklık” ve “ben kuşağı” gibi kavramları da kazandıran Wolfe, benim için Türkiye’nin entelektüellerini de dolaylı yoldan anlatan bir düşünürdü.

        “Radikal şıklık”, orkestra şefi Leonard Bernstein ve oyuncu eşinin şık dairesine 70’lerde siyah özgürlüğü için silahlı mücadeleden de çekinmeyen Kara Panterler üyelerini ağırladığı partiye dayanıyor. “Lenny’lerde” toplanan zengin ve entelektüellerin bu akşam yemeğiyle üzerinde hissettikleri “beyazlara ait suçluluk duygusu” ndan arındıklarını, keyifleri ve hali vakti yerinde bu kitlenin ellerini taşın altına koymadan mücadele ediyormuş gibi görünmelerini eleştiriyordu Wolfe. Kara Panterler o partinin konukları için bir aksesuvardan ibaretti; mücadelelerini anlamaları, katılmaları, dahası onlar gibi bedel ödemeye razı olmaları mümkün değildi.

        TÜRKİYE’YE UYGUN

        Bu kavrama ilk kez Serdar Turgut’un 90’lardaki yazılarında rastlamıştım. Danielle Mitterrand başta olmak üzere Avrupa elitlerinin PKK sevgisini açıklamak için cuk oturuyordu.

        “Kürt açılımı” yıllarında Bernstein’leri andıran Lale-Cem Mansur (biri oyuncu, diğeri orkestra şefi) çiftinin Arnavutköy’deki evinde Kandil’den Murat Karayılan’ın onur konuğu olduğu, İstanbul’un sol sosyetesinin katıldığı bir davet hayal etmiştim. “Şehre Kürt modası geldi” temalı bu kurgu davetin konukları arasına elbette Ufuk Uras ve Zeynep Tanbay, İshak Alaton, Elif Şafak da olmalıydı.

        Üzerinden birkaç hafta geçtikten sonra bir arkadaşım arayıp “Sen dalga geçtin ama biz geçenlerde tam da böyle bir davete katıldık” deyip ısrarlarıma rağmen hiç ayrıntı vermedi.

        Şaşırmadım, çünkü Türkiye’deki entelektüel kulübü, “radikal şık” toplantıları başkalarının mağduriyetini sahiplenip dönem dönem yapar. 28 Şubat döneminde Nazlı Ilıcak’ın Boğaz’daki villasında toplanan dönemin mağdur aydınları, Gülay Göktürk’ün bir anda kendini evin havuzuna bırakmasını hâlâ anlatır.

        VATANINA DÜŞMAN

        Wolfe’un literatüre kattığı bir diğer deyim olan “Rokoko Marksistler” her ne olursa olsun kendi ülkelerine düşman olmanın bir önkoşul olduğu entelektüel kulübü anlatır. Marshall McLuhan’ın “Ahlaki infial, ahmakların kendilerine saygınlık kazandırmak için uyguladığı bir taktiktir” cümlesinden yola çıkan Wolfe, “Rokoko Marksist”i Oscar-Emmy gibi törenlerde siyasi mesaj verip bir anda “duyarlı aydın” statüsüne yükselen oyuncularla açıklar. Aşırı süslü, gösterişli bir akım olan Rokoko aynı zamanda yüzeysel ve kendi kimliğini tam bulamamıştır da. Bu yüzden dönemden döneme modaya göre savrulur. Kendi ülkesi söz konusu oldu mu hep başka yere bakmak, hep kendi tarihine ve geçmişine eleştirel yaklaşıp iyi şeyleri bile görmemek kriterlerden biridir.

        Sahi, Manhattan’ın Upper East Side bölgesindeki 12 yatak odalı evinde her sabah daktilosunun başına kendisiyle özdeşleşen beyaz takım elbisesini giyip geçen Tom Wolfe nasıl farkında olmadan Türkiye’yi de bu kadar iyi anlattı?

        Aslında anlattığı bir tipolojiydi, bizdeki entelektüeller taklitçi olduklarından şablonu olduğu gibi alıp kendilerine uyarlamışlardı.

        ***********

        #TBT

        ONU GÖRDÜĞÜM AN

        TOM Wolfe ben öğrenciyken Columbia’ya konuşma yapmaya gelmişti. Beyaz takım elbisesi, siyah-beyaz ayakkabıları ve şapkasıyla sahnede kırılgan, yorgun bir adam gibiydi. Yazılarındaki yer yer sert üslup ve “her şeye karşı” tavrının aksine yumuşak, çok sakin ama alaycılığı yüzünden okunan bir dev.

        Üçüncü-dördüncü sırada olmama rağmen sesini duymakta zorlandığımı hatırlıyorum. Belki de hayranlığımdan dolayı gözüm kamaştığından ne dediğine konsantre olamadım.

        YENİ GAZETECİLİK

        Amerikan gazeteciliğine biraz bulaşmış birinin “Yeni Gazetecilik” akımından etkilenmemesi, Joan Didion, Gay Talese gibi isimlerin parçası olduğu bu akımın öncüsü Wolfe’a hayranlık duymaması imkânsız.

        Sadece takım elbisesi değil, uzun cümleleri, bol noktalama işareti (özellikle ünlem), yazıda etkiyi artırmak için sık sık aynı kelimeyi tekrarlaması da Wolfe’la özdeşleşen özellikleri.

        Sadece yazabilme değil, görebilme konusunda da eşsizdi Wolfe. 60’larda hippileri, 70’lerde seksi, 80’lerde açgözlülüğü, 90’larda ırk çatışmasını yazıp dönemin fotoğrafını çekebilen az sayıda yazar arasındaydı. Belki de yaşadığı her dönemi ustaca anlatabilen tek yazardı.

        ***********

        TÜRKİYE’NİN AYDIN TİPOLOJİSİ

        TÜRKİYE’de entelektüel olmanın yolu, radikal şıklık ile Rokoko Marksizm arasında bir çizgi tutturmaktan geçer. Biri diğerinden bağımsız olmadığı gibi iki kavram çoğu zaman iç içe de geçmiştir.

        2000’lerin ortasında entelektüel “moda”, Türk liberallerinin her türlü kötülüğün miladı olarak Atatürk ve Cumhuriyet’i görmesi, kurucu devrimin başarılarını küçümsemeleri ya da yok saymalarıydı Rokoko yıllarda.

        Türk ordusundan nefret etmek, resmi politikaya karşı Ermeni soykırımı iddialarını savunmak, Avrupa’da PKK yanlısı konuşmalar yapmak birçok uluslararası lobinin de kapısını açan kilit anahtarlardı. Orhan Pamuk’un kremasını yediği o döneme yetişemeyen Ece Temelkuran bu açığı, “Amma Erdoğan çok kötü ya” sloganıyla kapatıyor bir konferanstan diğerine koşturarak şimdi.

        EN POPÜLER DAVALAR

        90’larda Kürt sorunu hakkında sık sık televizyona çıkıp görüş beyan eden Lale Mansur, sonradan Cihangir’de bir “yetmez ama evet” düşünürü payesi edinen dansçı Zeynep Tanbay, bir aydın karikatürü olan Hasan Cemal’in Erivan’da çektirdiği “Dedemin yaptığı soykırım için özür dilerim” kareleri veya Kandil’deki pozları ise “Rokoko Marksist” kavramıyla netlik kazanır.

        Türkiye’nin kendi içinde en popüler davaları da altı tam olarak doldurulamasa da siyasal İslamcılık, Kürtçülük ve Ermeni soykırımıdır. Dönüşümlü olarak sahiplenilir, gerekirse kontenjan açılır. Hayko Bağdat adlı o çocuk başka nasıl ortaya çıkabilecekti yoksa? Nuray Mert’in başörtüsüne özgürlükten Kürt otobüsündeki zafer işaretine yolculuğu davaların sık sık değişken olabileceğinin, modaya göre birinin bırakılıp diğerinin sahiplenileceğinin de göstergesi. Savunulacak dava tükendiğinde yenisinin icat edilmesi de hiç zor olmaz: Elif Şafak’ın veganlıktan biseksüelliğe uzanan serüveni gibi.

        Diğer Yazılar