Hangi seçim eşit şartlarda yapıldı?
BÜYÜK yıkıntının ardından hem seçmenin hem de muhalefet partilerinin ortak dile getirdiği bahanelerden biri seçimin eşit şartlarda geçmediği. Sanki çok izleyeni varmış gibi TRT’nin hangi adaylara ne kadar süre ayırdığı, televizyonların mitingleri vermediği gibi tartışmalar yaşanıyor.
İyi de Türkiye’de hangi seçim eşit şartlarda yapıldı ve medya ne zaman adildi ki?
1994 yılındaki yerel seçimlerde dönemin iki büyük medya grubu İstanbul için Zülfü Livaneli ve İlhan Kesici arasında taraf tutmuştu. Sabah Grubu Livaneli’ye “hep destek tam destek” diye sahip çıkarken, Doğan Grubu da Kesici’den yana yayınlar yapmıştı. Hemen hemen hiçbir yayın organı Refah Partisi’ne yer vermemiş, Recep Tayyip Erdoğan adeta “ayıp olmasın” diye televizyonlara çağrılmış ve küçümsenmişti.
2002’de de AK Parti’nin iktidar olacağı konusunda medyada pek kuşku yoktu ama yine de en azından koalisyonun parçası olur diye temkinli yaklaşılıyordu. Erdoğan’ın muhtar bile olamayacağını iddia eden haberler de aynı dönemde yapıldı.
Sadece AK Parti’nin ilk çıkışında değil, sonraki birkaç seçimde de henüz medya yapısı tam olarak değişmeden hep başka partilere oynadı medya. Doğan Grubu, İlhan Selçuk’un ortaya attığı “Solcular CHP’ye, sağcılar MHP’ye oy versin” çağrısının üzerine atladı ve koalisyona dair yakın gelecek hesapları yaptı.
KULAKTAN KULAĞA
“Medya sadece Erdoğan’ı gösteriyor” deniyor ya, bu aslında son birkaç yıla dair bir tespit olabilir en fazla. Yoksa geçtiğimiz yıllarda medyanın bütün imkânlarıyla Erdoğan’ın aleyhine çalıştığı sır değil.
Ama yine de medyanın Refah’ı ve AK Parti’yi tamamen görmezden geldiği o ilk yıllara dönelim... O dönemde de eşit şartlarda yapılmayan ve medya desteği olmayan seçimlerden nasıl oldu da galip çıktılar? Üstelik ortada ne sosyal medya vardı, ne Google reklamları.
En garantili iletişim yöntemini sahiplendi Erdoğan ve arkadaşları ve bu sayede kazandı: Hiçbir şey “kulaktan kulağa” iletişimden daha etkili değildir.
Refah Partisi medyanın görmezden gelmesine rağmen ilçe teşkilatlarıyla durmaksızın çalıştı, oy alacağı bölgelerde çalmadık kapı bırakmadı. Toplumda bir değişim talebi vardı, teşkilat da daha önce denenmemiş isimleri “Bir de bize şans verin” diye tanıttı, seçmeni ikna etti.
İlerleyen yıllarda da AK Parti teşkilatı çalmadık kapı bırakmadı ve hep ertesi gün seçim varmış gibi çalıştı. Evet, seçim kampanyası yılın 365 günü sürer. Bu yüzden de parti iktidarda olduğunda bile taban rehavete kapılmadı, mahalle teşkilatlarının düzenli toplantılarıyla seçmenle teması her zaman sürdürdü. Hâlâ mitingler sırasında bizzat Erdoğan’ın dikkatini çeken seçmenlerle bire bir temas kuruldu, tesadüfen de olsa derdini ileten bir seçmenin ihtiyaçlarının takibi yapıldı.
MEDYAYI SUÇLAMAK
Siz hiç AK Partililerin sandık müşahidi aradığını ya da İslamcılar arasında “Oy ve Ötesi” gibi oluşumlar kurulduğunu gördünüz mü? 11 milyon fark atacağından emin olan bir parti, en fazla 500 kişiyi taşıyan tek bir THY uçağı iptal olduğu için infiale kapılmaz.
Bütün şartların iktidar lehine olduğu söylendiği 24 Haziran seçiminden bir gün önce bile AK Partililer bizzat tanıdıkları insanları telefonla arayarak gayet kibarca hal hatır sorup oy istedi. Kendilerine oy vermeyeceklerini bildikleri insanlarla bile iletişime geçtiler. O sırada CHP’nin parti yöneticileri sosyal medyada gazetecilere küfür ediyordu.
Seçimden sonra eğer CHP’liler görevini yaptığı için İsmail Küçükkaya’yı linç ederek, insanların duymak istediklerini değil gerçekleri yazdığım için bana küfrederek rahatlayacaklarsa onlara bu fırsatı verelim. Ama bunun seçim kazandırmadığını bilmelerinde fayda var. Medyayı suçlamak acılarını hafifletiyor olabilir ama ancak “plasebo” etkisidir.
Önümüzde 9 ay sonra yerel seçimler var ve CHP’nin tek bir kapı çalmayacağını şimdiden tahmin etmek zor değil. Yeni bir yenilginin ardından “Ama şartlar eşit değildi” diye başlayacak çığlıkları şimdiden duyuyorum.
***********
#CevapHakkı
YILMAZ ÖZDİL ARADI
SEÇİM sonrası çıkan medya dedikodularına göre İYİ Parti Basın Danışmanı Murat İde’nin Sözcü’nün başına geçeceğini, bunun da Yılmaz Özdil’in dileği olduğunu yazmıştım önceki gün. Dün Özdil aradı ve bu dedikoduları yalanladı. “Bu dedikodunun kaynağını bilmiyorum ama benim açımdan böyle bir şey yok, zaten gazetenin de içişlerinden uzağım” dedi.
Hemen ardından Murat İde’den de benzer bir mesaj aldım: “Kaynağını bimiyorum ama eminim o kaynak kimse başka bir hesabı var.”
***********
TUTMAYACAK PLAN
ÖNÜMÜZDEKİ günlerde Cumhuriyet ve T24 gibi hep yanılan muhalif yayın organlarının umudu Devlet Bahçeli’yle Tayyip Erdoğan’ın arasının bozulması olacak. Bu yönde haber yapılacak, bire bin katılarak “İttifakta büyük çatlak” tarzı haberler yapılacak.
GEÇMİŞTE OLDU
Gazeteciler bir kez daha gerçekler yerine temennilerine teslim olacak.
Bu stratejinin bir başka yansıması da Bahçeli’nin her sözünün Erdoğan’dan daha fazla büyütülmesi, Erdoğan’a “Türkiye’yi asıl Bahçeli yönetiyor” mesajını vermek olacak.
Geçmişte de iktidarın iç kavgalarını köpürtmek bir muhalif basın stratejisiydi.
Ama tutmadı.
Şimdi ne olacağını söyleyeyim: Yine tutmayacak.
***********
MEDYA TARİHİNDEN BİR DEDİKODU
HERKES seçime yoğunlaşmışken, pazar akşamı gittiğim ev partisinde konumuz Rahmi Turan’ın Sözcü’de çıkan yazısıydı.
Turan, benim gibi medya tarihine meraklı insanların iştahını okşayacak bir yazı kaleme almış. “Gazete patronunun acıklı hayatı” diye bir romandan bahsediyor... Ama gerçeklere dayanan bir romanmış.
Ünal Sakman, “Kral Kapanı” romanında ünlü bir medya patronunu yazmış. Ayrıca gazete patronunun her işe burnunu sokan meraklı karısını...
İSİM YOK
Gazete patronunun metresi de var... O metres ki ünlü bir sanatçının karısıymış... Bu arada, gazete patronunun karısı da ünlü bir gazeteciyle aşk yaşıyor...
Rahmi Turan hiç isim vermemiş, ben de işin içinden çıkamadım. Bu yazıya bir “tercüman” lazım.