Yalandan kim ölmüş
MUHARREM İnce sanki yalan haberlerin dolaşıma girmesinde hiç kendi payı yokmuş gibi önceki gün Ayşe Arman’a seçim gecesi hakkında çıkan komplo teorileri hakkında “Deli saçması” diyor. Yenilginin ardından ortadan kaybolmasının ardından dolaşan laflar hakikaten de deli saçmasıydı. Oysa bizzat İnce çok kısa bir açıklamayla bütün bunları engelleyebilirdi. Liderliğin gereğini yapmadı. Şimdi seçmeni suçlamanın ne derece uygun bir strateji olduğunu tartıyordur umarım.
Muharrem İnce artık istediği kadar açıklama yapsın, CHP seçmeni içinde “kaçırıldığına” inanan epey isim hâlâ var. Tıpkı onun seçimi kazanacağına inananlar olduğu gibi.
Toplam seçmen sayısının 3.277 milyon olduğu ve 2.8 milyon kişinin oy kullandığı İzmir’de Muharrem İnce’nin 3 milyon kişiye miting yaptığını düşünüyordu bu kitle. Uzaktan tanıdığım biri İstanbul mitinginde 7 milyon kişinin olduğunu bile iddia etti... İnsan önce 7 milyon kişinin nasıl Maltepe’ye varacağını hesaplar, hangi gemi, otobüs, araba o kadar insanı taşır? Bu gülünç hallerine bakmadan AK Parti seçmenini makarna, ilkokul mezunu diye aşağılamaya devam ediyorlar hâlâ.
YALAN UÇAK
Seçim günü Facebook’ta Beyaz Türkler iptal edilen bir Bodrum-İstanbul uçağı yüzünden galeyana gelmiş isyan ediyorlardı. Önce bu iddiaların doğru olup olmadığını araştırmaya çalıştı sosyal medya muhalifleri, daha sonra iptal edilen uçağın “belgesini” önümüze koydular.
Halbuki Türk Hava Yolları uçak falan iptal etmemiş, aksine ek seferler koymuştu. Bu bir sosyal medya yalanıydı ve alıp yürüdü.
24 Haziran günü ben de Atatürk Havalimanı’ndaydım ve hem seçim hem pazar günü olmasına rağmen uçaklar gayet zamanında işliyordu.
Kaldı ki operasyonel nedenlerden dolayı uçaklar dünyanın her yerinde iptal edilebilir. Elbette bu can sıkıcı bir durum yolcu açısından, ama en büyük THY uçağı bile yaklaşık 300 kişi taşıyor. Erdoğan’ın en yakın rakibinden 11 milyon fazla oy aldığı bir seçimde 300 kişi kendilerinin nasıl bir siyasi ağırlığı olduğunu zannediyor acaba? Mücadele alanı sosyal medya olduğu sürece yalan yenilgi yaşayanların can simidi olur.
ÖNCÜ LİDER
Seçmene gerçeklerdense kendini rahatlatan yanılsamalara kapılmak daha kolay geliyor.
Böylesi bir siyasi ortamda öncü politikacının görevi seçmeni gerçekliğe davet etmek, yanılsamanın önüne geçerek tabanı örgütlemektir.
Erdoğan’ın diploması ve FETÖ liderinin iadesi gibi boş tartışmalarla vakit harcayan, altı boş iddiaları miting meydanlarına taşıyan Muharrem İnce böyle bir siyasi figür değildi. Aksine, nasıl seçimden önce köşe yazarlarının desteğinin peşinden koştuysa, seçim kampanyasında da sosyal medya balonu içinde yaşamayı tercih etti. Yanlış bilgisi yüzüne vurulduğunda da ya lafı çevirdi ya da karşısındakine alakası olmayan bir laf sokma kolaycılığına sığındı.
“Yanılsama” sürecindeki sorumluluğunu kabul etmeden Muharrem İnce’nin geleceğini tartışmamalıyız.
İnce’nin bu gibi hatalarını eleştirince “E karşı tarafta daha beteri var” itirazları yükseliyor. Ama “karşı taraf” iktidarda, bu önemli fark nasıl yok sayılabilir?
***********
KONUK HAVUZUNU TARTIŞALIM
DÜN televizyon kanallarının hâlâ Hakan Bayrakçı’yı yayına alıp almayacağını sorgulamıştım, ilk ses Kanal 24’ün Genel Yayın Yönetmeni Murat Çiçek’ten geldi. “Önce Habertürk’e sorsun, Bayrakçı’yı konuk aldılar” diyordu ekrandan.
Çağrımı tüm televizyonculara yapmıştım zaten.
Asıl yapmak istediğimse tartışma programlarındaki konuk havuzunu sorgulamaktı.
Ekranlarda hep aynı isimler konuşturuluyor. Zaman zaman kimilerinin yıldızı parlıyor, her ekrana onlar çıkarılıyor, sonra unutulup başka isimlere geçiliyor. Bu açıdan eğlence programı şöhretlerinden farklı değil ekrandaki siyasi uzmanlar.
Ortada bir çarpıklık olduğu belli... İkinci sınıf araştırmacı Hakan Bayrakçı kendi kendini imha eden tek bir örnek, oysa bu konuk havuzu yanlış tespit yapan, öngörüsü tutmayan ama ısrarla uzman olarak karşımıza çıkarılan onlarca isimle dolu. İşte bu konuk havuzu siyasi tartışma çıtasını düşürüyor.
***********
EN KÖTÜ SENARYO
EĞER Amerikan kültürü dünyayı etkiliyorsa, daha uzun yıllar otoriterleşmenin ve sağ politikaların yükselen bir siyasi eğilim olacağı öngörülebilir. Her ne kadar ABD’de başkanların sadece iki dönem görevde kalmaları mümkünse de kalıcı izler bırakacak fırsatlar ellerine geçiyor.
Donald Trump’a böyle tarihi bir fırsat altın tepside sunuldu.
Geçtiğimiz günlerde Amerika’nın en yüksek yargı kurumu olan Supreme Court’un sağda ama çoğunluğa göre karar veren üyesi Anthony Kennedy emekliye ayrılacağını ilan etti. Zaten mahkemeye daha önce sağcı bir yargıç atayan Trump’a ikinci bir fırsat daha verdi böylece. Tartışma şu: Daha da sağda bir aday mı bulunacak? Hele Trump 8 sene görev yaparsa mahkeme tamamen sağa kayacak, bu yargıçlar görevi kendi rızalarıyla bırakana ya da ölene kadar hiçbir şey değişmeyecek.
SON SÖZÜ SÖYLÜYOR
Supreme Court’un önemi kürtaj hakkından evlilik eşitliğine, kadın-erkek eşitliğinden azınlık haklarına kadar en kritik dönemeçlerde verdiği kararlar. Sağ ve soldaki üyelerin tartışmasıyla çoğu zaman uzlaşma sağlanıyordu. Seçim bölgeleri, göçmen yasakları gibi kritik konularda son sözü söyleyen kurum. Gündelik hayata ve politikaya etkisi her kurum ve kişiden daha fazla.
Şimdiden ifade özgürlüğünü garanti altına alan Anayasa’nın bir numaralı ek maddesine göz dikildi, hatta sağcılar mutlak özgürlükçü yaklaşımın açıklarından faydalanarak birçok kazanım elde etti. Buna karşı sol da kendi ezberlerini, özgürlükçü yaklaşımını “Acaba sınırları olmalı mı” diye gözden geçirmeye başladı. Kısacası, sağ açıkça solu tuzağa düşürdü.
ABD’nin kanat çırpan kelebeğinin Avrupa’da yükselen aşırı sağ partilerle birleştirirsek dünyanın geleceğini sağ politikalar belirleyecek demek bu. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada özgürlükçü hareketlerin alanı sınırlanacak. Dahası, “özgürlükler ülkesi” olarak gösterilen ABD’de özgürlükler azaldıkça daha kötü durumdaki ülkelere örnek gösterilecek iyi bir model de ortadan kalkacak.
Bunun ne kadar büyük bir tehlike olduğunu anlatmam için kelimeler kâfi değil.