Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DEAŞ, doğru bilinen tarihi yanlışları çıkarları doğrultusuna çarpıtmakta oldukça başarılı.

        Örgüt geçen yıl Musul ve Anbar bölgesini, İran kuklası Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’den anahtar teslimi devralmıştı. DEAŞ Lideri Bağdadi de Musul’un işgalinin ardından yaptığı bir konuşmada, “Bu kutsal yürüyüşümüz Sykes-Picot’nun tabutuna son çiviyi çakana kadar devam edecek” demişti.

        Bağdadi’nin yıktığını iddia ettiği sınır, 100 yıl önce emperyalistlerce çizildiği varsayılan Suriye-Irak sınırıydı.

        Açıklamayı yapmaktaki amacı ise Sykes-Picot üzerinden geliştirdiği antiemperyalist söylemle örgüte meşruiyet zemini yaratmaktı. Nitekim istediğini aldığı da söylenebilir. Kimse emperyalizmin bölgedeki uğursuz mirası sayılan Sykes- Picot’ya çakılan çiviye itiraz eder gibi görünmek istemedi. Örgüt de bulduğu bu zemini kullandı. Batı karşıtı söylemlerle küresel cihatçıları ağına çekerken, finans ve silah kaynakları da çeşitlendi.

        Peki 1916 tarihli Sykes-Picot’da çizilen sınırın DEAŞ tarafından silindiği tezi gerçekten doğru mu? Sykes-Picot’yu bölgedeki tüm sorunların anası kabul eden bu argümanın aslı var mı?

        Ne yazık ki çok az tarihçi ve yazar işin bu boyutunu irdeleme zahmetinde bulunuyor. Böyle olduğu için de çarpıtılan pek çok gerçek terörün yanına kâr kalıyor.

        Irak tarihçisi Sarah Pulsley’nin yaptığı araştırma, tam da bu nedenle önem taşıyor. İngiliz tarihçinin araştırması, gerçeklerin DEAŞ’ın iddia ettiği gibi olmadığını gösteriyor.

        Araştırmaya göre; Ortadoğu’daki hiçbir devletin mevcut sınırları, İngiliz ve Fransızlar tarafından çizilen Sykes-Picot’ya dayanmıyor ve o meşhur haritadaki haline de benzemiyor.

        Aslında bu gerçek pek çok tarihçi tarafından biliniyor. Nedense kimse bunu dile getirme gereği duymuyor. Belli ki bölgenin tüm dertlerini Sykes-Picot’ya yüklemek herkese çok daha kolay geliyor.

        Daha fazla uzatmadan Pulsley’nin pek çok hakikati sıraladığı araştırmaya bakmaya devam edelim.

        Mesela Türkiye-Irak sınırı. Gayet iyi biliyoruz ki bu sınır, 1926’da Musul’un Ankara Anlaşması’yla İngilizlere bırakılmasının ardından resmen şekilleniyor.

        Irak-Suudi Arabistan sınırının hikâyesi de farklı değil. 1920-1927 arasındaki pek çok kanlı çatışmanın neticesinde şekilleniyor burası da. Sınır önce kanla, sonra da masa başında yeniden çiziliyor.

        Kuveyt denilen devletin ise adı bile yok Sykes-Picot’da. Bunun içindir ki Irak, 1991’e kadar Kuveyt’in sınırını tanımayı bile reddediyor. Yapay denen daha birçok Ortadoğu devleti, Sykes-Picot sonrası anlaşmalar ve çatışmalar neticesinde peyda oluyor. Nedense bu devletlerin Sykes-Picot ürünü olduğu öne sürülüyor. Sykes-Picot’ya her şeyi açıklayan sihirli bir kavram muamelesi yapılıyor.

        Gelelim Pulsley’nin araştırmasının en ilginç kısmına, Yani Irak-Suriye sınırına. DEAŞ’ın yıktığı sınıra sevinenler varsa şimdi üzülebilirler. Çünkü bugünkü resmi Irak- Suriye sınırı Sykes-Picot’dakine hiç benzemiyor.

        Orjinal Sykes-Picot haritasında Irak’ın Anbar ile Suriye’nin Deyrizor bölgeleri birleşik görünüyor. 1916’da çizilen bu sınır, daha sonra aşiret çatışmaları ve bağımsızlık isyanları neticesinde de bugünkü halini alıyor. Neticede ise Anbar İngiliz’in kontrolündeki Irak’ta kalırken, Deyrizor ve Rakka Suriye devletinin oluyor. Sykes-Picot’daki bir sınır daha yine kanla değişiyor anlayacağınız.

        Manzara gayet net aslında. Mesele Bağdadi’nin iddia ettiği gibi değil. DEAŞ Irak’ta Anbar’ı, Suriye’de de Deyrizor’u alıp aradaki sınırı kaldırınca Sykes-Picot’nun tabutuna çivi çakılmış olmuyor. Aksine bu Sykes-Picot’ya bir hayat öpücüğü vermek anlamına geliyor. DEAŞ’ın çizdiği yeni sınır, emperyalistlerin Sykes-Picot’da kâğıt üzerine kalan projesinin bir kez daha denendiğine işaret ediyor. Aradaki tek fark, artık emperyalistlerin de anti-emperyalist maskeyle dolaşmanın önemini kavramış olmaları.

        Diğer Yazılar