Markette dış politika
"YURTTA sulh, cihanda sulh" ve "Sıfır sorun" sloganlarıyla yürürken, bir çıkmaz sokağa girmişiz meğer ki... Sokağın sonunda karşımıza çıkan duvarda ise, "Yurtta harp, dünyada harp" yazıyor. Evet, dış politikadaki sorunlardan bahsederken, sözün dönüp dolaşıp geldiği nokta savaş; ama hayır, bunu kabullenemeyiz. Sorun varsa, barışçıl çözüm de var. Diplomatlarda bunun için var zaten.
Lakin Türk dış politikası son günlerde öyle bir dil kullanıyor ki, kendi diplomasisinin varlık nedenini ortadan kaldırıyor adeta.
İşin en vahim tarafı ise, dış politikamızın son dönemde ışık hızıyla ürettiği delicesine sertlik dilinin, artık sokaklarımızı da tedirgin etmeye başlaması.
Bunun örneğini daha beş dakika önce yaşadım. Sigara almak için girdiğim marketteki tezgâhtarın, "Valla bu gidişle yakında Somali'yle de savaşırız abey..." sözü hâlâ kulaklarımda çınlıyor.
Bir esnaf gelişmeleri böylesine bir dehşet içinde izler hale geldiyse frene asılıp, fikir teatisine başlamanın zamanı geçmediyse, gelmiş demektir. Önce bir itirafla başlayalım. Dış politikamız, Türkiye'yi savaş seçenekleriyle baş başa bıraktığına göre; ya diplomatlarımız fazla basiretsiz ya da dış politikayı yönetenler fazla tedbirsiz. Bir delik var. Bulup kapatacağız ki gemi batmasın.
Gelelim sorunun en hayati boyutuna, yani "savaş" diline. Gaza gelip savaş ipine sarılmak yerine, Türkiye'yi buna iten odakların niyetlerine ferasetle bakmak gerekiyor.
Herkes asırlık küresel dengelerin A'dan Z'ye büyük ve son derece fırtınalı bir değişimden geçtiği konusunda hemfikir. Öylesine fırtınalı bir değişim ki bu, ABD bile rotasını şaşırmış halde ortalıkta dolanıyor. Bölgede nereye gittiğini bilen tek bir ülke var; o da Türkiye.
Sorunlu olduğumuz ülkeler, özellikle de kendi küçük, kolu uzun İsrail de bunun farkında tabii. Bunun içindir ki, Türkiye'yi kontrolden çıkarmak için var gücüyle çalışıyor. Kıbrıs gibi devletleri tahrik edici adımlar atmaya teşvik ediyor. Hedef ise Türkiye'yi şiddet sarmalına çekmek. Dünyanın gözünde savaşı, yok etmeyi çözüm yolu gibi gören bir "haydut devlet" imajına büründürmek.
Netice-i kelam; İsrail'in bu tuzağını görüp ona göre oynamak gerekiyor. Yapılacak ilk şey de, kimin ne dediğine bakmaksızın "savaş" kelimesinin derhal diplomasi dilimizden çıkarılmasında.
Zira şimdilik marketlerde mırıldanarak konuşan sessiz çoğunluk da, dünya kamuoyu da artık Türkiye'nin şu lanet olası beş harfli kelimeyi telaffuz ettiğini duymak istemiyor. Sessiz çoğunluk dile gelip patlamadan o sese kulak vermekte fayda var, benden söylemesi.
***
KAFALAR KARIŞIK
İSRAİL'le köprülerin atıldığı gün, İsrail'i olası bir İran saldırısında koruyacağı iddia edilen NATO'nun füze kalkanına "Evet" dememiz, İranlı liderlerin de kafasını karıştırdı. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Türkiye'yi hedef alacak açıklamalardan kaçınırken, dini lider Hamaney'e yakın kesimler, Türkiye'ye demediğini bırakmıyor. İranlılara şaşırmamak gerekiyor. Zira, dış politika meselelerine kafa yoran AK Parti seçmeninin de kafası karışık gibi.
Örneğin, Konyalı koyu AK Partili esnaf bir arkadaş geçenlerde mesaj atmış. Mesaj ana hatlarıyla şöyle: "S.A sevgili kardeşim. 'İşte gerçek Müslüman İsrail'e haddini bildiriyor' diye göğsümüz kabara kabara izlerken aslında aldatılıyor muyuz? Füze sisteminin sessiz sedasız kurulması için mi bu yaygara? Çatışma var gibi gösterip, alttan alta İsrail'le cilveleşme mi var işin özünde?"
Benim bu soruya cevabım belli: Türkiye'nin böylesi bir ayak oyunu içinde olduğuna kesinlikle inanmıyorum. Füze meselesi tamamen zaruret. Lakin arkadaşa ne desem nafile. Onun kalbinde yeşermeye başlayan şüphe otunu sadece muktedirlerin yapacağı "samimi" açıklamalar kurutabilir.