Hormonlu akademisyen istiyor muyuz?
YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya bir süredir katıldığı toplantılarda gelecekte yaşanabilecek “akademisyen sıkıntısına” dikkat çekiyor. Üniversite ve öğrenci sayılarının artmasına karşın aynı büyümenin doktora mezuniyetinde gerçekleşmediğini söylüyor. Almanya’da her yıl 25 bin doktora öğrencisinin mezun olmasına karşın Türkiye’de bu rakamın 4 bin 500 olduğunu, 2023 yılına kadar bu sayıyı 15 bine çıkarmak gerektiğini anlatıyor.
Gençler üniversitelerde “ücretler” dikkate alındığında öğretim üyesi olmayı tercih etmiyor. Bu ücret politikasıyla “parlak” gençleri akademisyenliğe ikna etmek zor. Önce akademisyenliğin cazip hale getirilmesi gerekiyor.
Ancak tartışılması gereken bir başka nokta var ki, YÖK bunu görmezden geliyor, dillendirmekten kaçınıyor. Uluslararası veriler Türkiye’nin tek sıkıntısının “akademisyen sayısı” olmadığını “kalitede” ciddi sorun yaşadığımızı gösteriyor.
Hatta YÖK’ün hazırladığı son rapor “akademisyen niteliğini” tartışmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Uluslararası yayın grafiklerine bakıldığında Türkiye’de makale sayısı geçmiş yıllara göre artıyor. 1996-2012 yılları arasında ülkelerin toplam yayın sayısına bakıldığında Türkiye 306 bin 926 yayınla 20. sırada yer alıyor.
Atıflar dikkate alındığında sıralama 27’ye düşüyor.
Bir akademisyenin başarısının ölçüldüğü yani atıf aldığı makalelerini gösteren ölçü olarak nitelendirebileceğimiz H-endeksinde ise durum daha da vahim. Burada Türkiye’nin sırası 37.
Oysa Türkiye’den daha az yayın yapan Belçika H-endeksinde 13., Türk akademisyenlerden 100 bin daha az yayın yapmış Danimarka 14., İsrail ise 15’inci sırada.
Her yıl Türk akademisyenlerinin yayın sayısı artıyor. Ama aynı oranda atıflar artmıyor. 2002’de 11 bin yayın için 138 binin üzerinde atıf yapılmışken, 2012’de yayın sayısı 33 bini aşmasına rağmen atıf sayısı 10 binlerde kalıyor.
10 yıl önce doküman başına yapılan atıf 3.27 iken, bugün 0.11.
Bunun ne anlama geldiğini başta YÖK Başkanı Çetinsaya olmak üzere akademisyenler çok iyi biliyor.
Tıpkı okul notlarında olduğu gibi yayın sayıları da “hormonlu” artan akademisyenler var.
Makale sayılarını artırıp akademik kariyerini yükseltmek isteyenler son yıllarda Pakistan, Malezya gibi ülkelerde kurulmuş ama yayın kurulu Türk akademisyenlerden oluşan “uluslararası” dergilerde “parayı bastırıp” makale yayımlatıyor. Bu dergilerin etki düzeyleri çok düşük yani atıf almıyorlar.
Böylece Türkiye’nin yayın sayısı artıyor ama yayınlarındaki kalite artmıyor.
O yüzden de “Akademisyen sayısını artırmak gerek” derken, yanına “nitelikli” diye eklemek gerekiyor.