Beşeri görüşlere değil Kuran'a sarılın
Kuran'a sımsıkı sarılabilmek için ona tabi olmak onu takip etmek ve onu hayata geçirmek gerekiyor. Eğer Kuran'a sımsıkı sarılırsak o bize şeref kazandıracaktır. Çünkü Kuran kendine sıkı sıkı sarılanlara şeref dağıtmakta ve şeref vermektedir
GÜNÜMÜZDE İslam âleminin sorunlarını teşhis etmenin ve onları çözüme kavuşturmanın yollarından biri aşağıdaki ayetlerin dediğini yerine getirmek olacaktır. Ayetler şöyledir:
"Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın. Doğrusu Kuran, sana ve kavmine bir şereftir. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız." (Zuhruf, 43-44).
Kâfirler ve müşrikler seninle alay etse de Allah'ın vahyine sırtlarını dönüp onu dinlemeseler de sen sana vahyolunana sımsıkı sarılmalısın. Yani Kuran'ı iyi anlayıp insanlara anlatmalı, onlara tebliğ etmeli ve onu hayatında tatbik etmelisin. Çünkü sana vahyedilen Kuran, Allah'a giden doğru yolu oluşturmaktadır.
Demek ki doğru yolda olabilmek için Kuran'a sımsıkı sarılmak gerekiyor. Bundan günümüze ve geleceğe şu çıkarımı yapabiliriz: Yüce Allah Hz. Peygamber'e, kendisine vahyolunana
sımsıkı sarılmasını emrediyor. Aynı emir bizimle alakalıdır. Çünkü Hz. Peygamber vefat etti; bu ayet ise canlılığını kıyamete kadar devam ettirecektir.
O zaman bu emir bizede verilmiş demektir. Şimdi Müslümanlar Kuran'a yani Allah'ın vahyine mi sımsıkı sarılıyorlar, yoksa âlimlerin fetvalarına mı? İşte bütün hatalar bundan kaynaklanmaktadır.
İnsan yaptığı çalışmalarıyla işin neresinde olduğunu kestiremez ve onun için nerede olduğunu öğrenmek ister. Yüce Allah da Hz. Peygamber'e doğru yolda olduğunu söyleyerek önünü aydınlatmış oldu. Bizler de nerede olduğumuzu merak ediyorsak, Kuran ile olan ilişkimize bakmamız gerekiyor. Kuran'a sımsıkı sarılıyor muyuz? Yoksa kimlerin görüşünü din olarak alıyoruz?
İşte bu soruların cevabı bizim nerede olduğumuzu tayin edecektir. Acaba hangi fikirlere sarılıyoruz, insanlara ve kendimize anlattığımız din Allah'ın vahyi midir, insanların görüşleri mi? Bu soruya vereceğimiz objektif cevap bizim nerede olduğumuzu söyleyecektir.
Üzerinde çalışılmayan, anlaşılmayan, hayata uyarlanmayan Kuran'a nasıl sımsıkı sarılacağız veya sarılıyoruz? Bizler başka şeylere sarılıyoruz, beşeri görüşlere sarıldığımız kadar Kuran'a sarılmıyoruz. Kuran'ı kenarda bırakıp nelere sarılıyoruz? Bir önceki ayetle beraber düşünürsek şu sonucu çıkarabiliriz: Kuran'a sımsıkı sarılırsanız, o size şeref kazandıracaktır. Çünkü Kuran kendine sıkı sıkı sarılanlara şeref dağıtmakta ve şeref vermektedir. Peki
Kuran'dan şerefi nasıl alacağız, neyimizle ona sımsıkı sarılacağız? Bu sorunun cevabını şu ayetlerle verebiliriz:
a) "Andolsun, size içinde sizin şerefiniz olan bir kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?" (Enbiyâ, 10). Demek ki, Kuran'ın şerefiyle şereflenebilmek için aklı kullanmak ve Kuran'a akılla yaklaşmak gerekiyor. Akıl ile Kuran'ı buluşturmak şeref kazanmak demektir.
b) "Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam." (Yunus, 15). Din adına neye tabi olacağını bilmek ve o bilgiyi hayata geçirmek şeref getirecektir. Kuran'a sımsıkı sarılabilmek için ona tabi olmak, onu takip etmek ve onu hayata geçirmek gerekiyor.
Ayette geçen "senin ve toplumunun şerefidir" ifadesinden Kuran'ın hem ferde hem de topluma şeref getirdiğini anlıyoruz. Kuran'a fert yaklaşıyor, onu iyice anlıyor ve gücünün yettiği kadarıyla hayatına tatbik ediyorsa şerefi ona veriyor. Bütün bu işleri toplum yapıyorsa, şerefi aynı zamanda ona veriyor.
Ayette geçen "senin kavmin" ifadesini çok geniş manada almak gerekiyor. Sadece Hz. Peygamber'in yaşadığı dönemdeki toplumu ya da Arap toplumunu kastetmiyor, kıyamete kadar gelecek olan Müslüman toplum veya toplumları kapsamına alıyor. Demek ki, Kuran şeref kaynağıdır. Zamanı geldiğinde, yani gelecekte Kuran'a karşı tutumunuzdan sorgulanacaksınız, hesaba çekileceksiniz. Bu sorgulamanın içinde Hz. Peygamber de olacaktır. Şeref kaynağı olan Kuran'a karşı yaklaşımınız, tutumunuz ve ilişkiniz sorgulanacaktır.
Netice olarak diyebiliriz ki, Kuran'ı iyi öğrenir, iyi anlar, iyi anlatır ve insanların gönlüne ve hayatına iyi akıtırsak onlara Allah ve insanlık katında şöhret, nam, ün, onur, şeref ve itibar kazandırmış oluruz. Din âlimi ve eğitimcileri bunu yapmak zorundadırlar.
Bu görev, din eğitiminin olmazsa olmazını teşkil etmektedir. Kuran'ı beyinden beyine, gönülden gönüle, hayattan hayata aktarmak ve akıtmak için yollar açmak din eğitiminin amacı olmalıdır. İnsanları Kuran ile buluşturmak, onları şerefin kaynağına getirmek demektir.
***
Bayraktar Hoca Yanıtlıyor
■ Maddi imkânı olanın hemen hacca gitmesi farz mıdır? Eğer zamanı yoksa erteleyebilir mi? M.T.
İbadetleri yerine getirmek için "zaman yok" ifadesi mazeret değildir. Kimse yarın ne olacağını, ölüp ölmeyeceğini bilemez. O nedenle imkânı olanın ertelemeden hacca gitmesi gerekir.
■ Melekler isteseler insana görünürler mi? M.Y.
Bu olay meleklerin isteğine değil Allah'ın isteğine bağlıdır. Allah isterse görünürler.
■ Bayram namazı önce namaz sonra hutbe, cuma namazı ise önce hutbe sonra namaz olarak eda edilmektedir. Peygamberimiz zamanında önce namaz sonra hutbe olduğu, bunu Emeviler' in değiştirdiği söyleniyor. Bu doğru mudur? R.Ö.
Kesin olarak "Emeviler değiştirdi" diyemeyiz. Ancak cuma günü farzdan sonra insanlar camiyi terk edebileceklerinden hutbede verilecek dersten faydalanamayacaklardır. Bu
nedenle cuma günü hutbe, bütün cemaatin istifade edebilmesi için öne alınmıştır. Bayram namazında cemaat, namazdan hemen sonra camiyi terk etmeyeceği için hutbenin namazdan sonra okunmasında bir sakınca yoktur.