Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ZUHAL Olcay’a da Haluk Bilginer’e de hayranım. Bir hayran olarak ayrıldıkları zaman üzülmüştüm. Birbirlerine pek yakışıyor gibi görünüyorlardı. Tabii aynı zamanda tiyatrolarının da izleyicisi olduğumdan bu ayrılığın sanatsal olarak ayrılmaları manasına da gelmesi daha acıydı benim için. Mesela Haluk Bilginer ile Vahide Gördüm’den izlediğimiz “Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler” oyununa Zuhal Olcay ne yakışırdı. Gördüm de şahaneydi ama “Olcay olsa nasıl olur” diye düşünmeden duramamıştık salondan çıkarken. Ama hayat bu işte. Hele bir de cümlenin içinde aşk geçince her şey bir anda değişiyor.

        KADINI RAHATLATIYOR AMA...

        Aşkın Nur Yengi’nin devreye girişi işte cümle içinde umarsızca geçen ve cümlenin yüklemini, öznesini, anlam bütünlüğünü dağıtan aşk kelimesi yüzünden oldu. Zuhal Olcay için bunun ne kadar kabullenilmesi zor bir durum olduğunu okuduk, empatisini yaptık... Ama yaşanmak zorundaydı. Şimdi bu kez başka bir kadın için Aşkın Nur Yengi’nin Haluk Bilginer’le “özel hayatlarını ayırdıkları” konuşuluyor. Durum bu kadar benzer olunca elimizde olmadan gözlerimiz Zuhal Olcay’ı aradı. Eğer iddialar doğruysa -ki ben doğru olduğuna inanmak istemiyorum- geleneksel topa girip, mağdur kadınların en sevdiği cümleyi patlattı: “Yuva yıkanın yuvası olmaz...” Etrafımızdaki her şey değişirken ilişkileri babadan, nineden kalma klişelerle okumaya çalışmamız ne kadar ironik. Tamam, Allah var, bu cümle kadar aldatılıp terk edilen kadını rahatlatan başka bir cümle icat etmemiz imkân dahilinde görünmüyor, ama işte bir aması var... Biliyorum tabii ki ayrılık da sevdaya dahil, ayrılanlar hâlâ sevgili ama bir türlü ne kendimizi ne de eskiyi serbest bırakmayı becerebiliyoruz. Geçmişle, aldatılmayla, kandırılmış olmayla iç içe yaşamayı ve tüm bunları birbirine bağlayıp sırtımıza yük yapmayı ne çok seviyoruz. Kendimizi Batılı sanıyoruz, havaya giriyoruz. Büyük cümleler kuruyoruz özgürlüklerimizle ilgili mesela. Ya da kariyerlerimize sıkı sıkı sarılıyoruz. Batılı olmanın, gazetelerde filmlerde gördüğümüz her gerekliliğini yerine getirmek için kendimizi paralıyoruz. Ama “feleğin sillesini yiyip” aşkta topallayınca üzüntümüzü Doğulu gibi çekmeyi seviyoruz. En ağdalısından, en can yakanından, en çatal dillisinden.

        ÜSTÜMÜZDEN YÜK KALKACAK

        Bizi geride bırakıp başka hayatlara yelken açanların mutsuzluğuyla beslenmek için fırsat kolluyoruz. İşte bu nedenle Zuhal Olcay gibi birçoğumuz için rol model sayılabilecek bir kadının artık kendisinin olmaktan çıkalı çook olmuş ve hatta kendisinden sonraki evliliğinde bir de bebek yapmış adam tökezleyince “Yuva yıkanın hey hey” diye yerinden sevinçle zıpladığına inanmak istemiyorum. Bu anaerkil ve ne işimize yarayacağını bir türlü anlamlandıramadığım sevinmelerden vazgeçsek, nasıl bir yük atacağız üzerimizden belli değil... Bırakalım gitsinler, bırakalım bizden sonrakini de aldatsınlar. Biz kendi dalgamıza bakalım hanımlar...

        Diğer Yazılar