Siyasi iktidarın hedefinde neden HDP var?
28 Mart 2004 yerel seçimlerinden yaklaşık iki hafta önce ilk özel Kürtçe dil kursu Batman’da açıldı. Aynı gün AKP Lideri Erdoğan, Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda seçim mitingi yapıyordu. Kursun açılışını yapıp mitinge gelen AKP’li milletvekillerinin coşkusunu hâlâ hatırlarım. Fakat Erdoğan sağlık, eğitim gibi konularda yoğunlaştı, açık ve yeni siyasi mesajlar vermedi; o sabah açılmış olan Kürtçe kurstan söz etmedi, hatta konuşmasında Kürt bile demedi.
O gün bugündür iktidar partisinin bu paradoksu tam olarak aşamadığını görüyoruz. Şöyle ki; AKP yöneticileri, “retinkâr- asimilasyon” olarak özetlenebilecek resmi politikayla kopuş yaşamalarına, Kürt sorununun çözümü yolunda epey adım atmış olmalarına rağmen, bütün bunların doğrudan bir sonucu olan Kürt kimliğinin inşasından tedirgin oluyor, onu engellemeye çalışıyorlar. Üstelik bunun mümkün olmadığını çok iyi biliyor olmalarına rağmen.
(IŞ)İD SAYESİNDE
Buradan siyasi iktidarın son günlerde HDP’yi alenen hedef almasına geçebiliriz. Zira HDP halihazırda Türkiye’deki Kürt kimliği inşasının ana aktörlerinden biri olarak sivriliyor. Halbuki beklenti ve öngörüler farklıydı. HDP’nin tıpkı selefleri gibi İmralı ve Kandil arasında sıkışıp kalacağı, herkesin günah keçisi olacağı düşünülüyordu. Ayrıca sosyalist sol parti, grup ve kişilere geniş alan açılmış olmasının HDP’yi hantallaştıracağı, Kürtlerle ilişkilerinde sorunlara yol açacağı tahmin ediliyordu. Fakat hesaplar tutmadı. Çünkü:
Kuşkusuz HDP, İmralı ve Kandil’in ipoteğinden kendini kurtarmış değil, hatta bu konuda bir çabası da olduğu söylenemez. Ancak gerek iktidar partisinin, gerek diğer muhalefet partilerinin, bunlara ek olarak Gülen Cemaati’nin ayrı ayrı krizler yaşıyor olmaları, HDP’nin önünü ciddi olarak açtı.
Selahattin Demirtaş’ın eşbaşkanlığa gelmesiyle birlikte HDP belli bir dinamizm kazandı ve bu Çankaya seçimlerinde zirveye çıktı. Bütün sorunlara rağmen çözüm sürecinin yoluna devam etmesi, ancak siyasi iktidarın İmralı ile Kandil arasında doğrudan iletişim kanalları kurulmasına razı olmaması da HDP’nin özgül ağırlığını artırmasına yardımcı oldu.
En önemlisi, (IŞ)İD’in Irak ve Suriye’de doğrudan Kürtleri hedef almasıyla birlikte, Kürtler arasındaki ihtilaflar ve rekabet, dolayısıyla mesafe azaldı ve Kürt kimliğinin inşası alabildiğine hızlandı.
OLAĞANÜSTÜ BİR DURUM
Şöyle toparlamaya çalışalım: (IŞ)İD ile birlikte “Kürt sorunu”ndan ziyade “Kürdistan sorunu” iyice ön plana çıktı. Buna bağlı olarak, HDP’yi, hatta İmralı ve Kandil’i de içine katarak tüm Kürt siyasi hareketini (KSH) aşan olağanüstü bir durumun yaşandığını söyleyebiliriz. KSH şimdilik bu yeni dönemin nimetlerinden faydalanıyor ve sürekli olarak gücüne güç katıyor. Ancak sürecin nereye doğru evrilmekte olduğunu kavrayamaz ve buna gereken müdahaleleri yapamazlarsa işler tersine dönebilir ve güç kaybına uğrayabilirler.
Hükümete gelince: Her ne kadar bazı başdanışmanlar “Ne kadar yanlış yaparsa yapsın, kazanan hep AKP oluyor” dese de öyle olmuyor. Kürtlerdeki kimlik inşasını anlamayan, daha doğrusu anlamak istemeyen ve onu kendisine bir tehdit olarak gören siyasi iktidar, KSH içinde en zayıf gördüğü halka olan HDP’yi hedef alarak inisiyatif almaya çalışıyor. Bunun akılcı bir strateji olmadığı, hatta tehlikeli olduğu HDP yöneticisi Ahmet Karataş’ın saldırıya uğramasıyla ortaya çıktı.
Washington’un (IŞ)İD’e karşı Tahran’la işbirliği geliştirmek üzere olduğu söylentilerinin yoğunlaştığı bir dönemde Ankara öncelikle kendi Kürtleriyle sorunlarını azaltmak, ardından bölgesel bir Kürt politikası geliştirmek zorunda.