Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MÜMTAZ’ER Türköne, Zaman Gazetesi’nde dünkü köşesinde “Parti cemaati mümkün mü?” (http://www.zaman.com. tr/mumtazer-turkone/parti-cemaati-mumkun- mu_2261045.html) diye sordu ve AKP’nin, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TÜRGEV üzerinden kendi cemaatini oluşturmak istediğini ileri sürdü.

        Türköne şöyle diyor: “Ortak payda ‘dindarlık’ olduğuna göre rakipler belli. Böyle bir kararı verirseniz iki şeyi aynı anda yapmaya başlarsınız. Devlet imkânları ile kendi cemaatinizi genişletmeye çalışırsınız; aynı şekilde rakip cemaatleri yine devlet imkânları ile yok etmeye girişirsiniz.” Türköne’ye bu yazıyı AKP hükümeti- Gülen cemaati savaşının yazdırdığı aşikâr. Zira Erdoğan’ın cemaatleşmenin startını 2012’de verdiğini belirtmesine rağmen, onun ve diğer bazı yazarların bu türden eleştirilerinin miladı 17-25 Aralık 2013 süreci.

        Kuşkusuz aradan geçen yaklaşık bir yıl zarfında Türköne’nin tezlerini destekleyecek çok şeyler yaşandı. Köklü ya da yakın zamanda ortaya çıkmış bazı İslami cemaatleri rahatsız eden kimi uygulamalar bir kenara, sadece Gülen cemaatine açılmış olan ve kolay kolay biteceğe benzemeyen savaş yeterli. Çünkü belli bir süredir Türkiye’de cemaat denilince akla Gülen hareketi geliyor.

        Ayrıca Erdoğan tüm cemaatleri karşısına almış değil, hatta cazip öneri ve fırsatlar sunarak öncelikle birlikte hareket etmeyi öneriyor. Bunda büyük ölçüde başarılı da oldu. Yani cemaatlerin çoğunun AKP ve Erdoğan’la sorunu olduğu algısı doğru değil.

        Bu yapıların Gülen cemaatine kuşku, imrenme ve kıskançlık karışımı duygularla genellikle mesafeli olması bu noktada etkili oldu. Gülen cemaati düne kadar bu mesafeden şikâyetçi değildi, şimdiyse arayı kapatıp AKP’ye karşı ortak bir cephe oluşturmak istiyor, ama pek başarı kaydedemiyor.

        HİZMET KAVRAMININ AŞINMASI

        Türköne, İslami cemaatleri şöyle tasvir etmiş: “Üstleri başları kömür karası içinde madenlerde elmas arıyorlar, tonlarca kömürü de sırtlarına yüklenip muhtaçlara ulaştırıyorlar. Buldukları elmasları sabırla törpüleyip paha biçilmez mücevherlere dönüştürüyorlar. Toplumu da seferber ettikleri dayanışma ve yardımlaşma duygusu ile ayakta tutuyorlar.”

        Halbuki Türköne’nin bunun son derece abartılı bir tasvir olduğunu en iyi bilenlerden biri olması lazım. Çünkü Türkiye’de (hatta tüm İslam dünyasında) cemaatler sadece “veren” değil aynı zamanda “alan” yapılardır ve bazılarının “vermek”ten çok “alma”ya odaklanmış olması da öteden beri sorun olagelmiştir.

        Diğer bir deyişle cemaatleri “hizmet” kavramının kısıtlı ama bir o kadar da yüceltici alanına hapsetmek inandırıcı olmaz. Tek bir örnek vermek istiyorum: Geçenlerde sohbet ettiğim bir Nakşibendi şeyhi, ağzından “hizmet” kelimesi çıkınca, artık bu kavramı kullanmaktan rahatsızlık duyduğunu belirtme ihtiyacı duymuştu.

        KİM SİVİL, KİM SİYASİ?

        Tam da burada Türköne’nin yazısının esas sorusuna gelebiliriz. Asıl soru şu olsa gerek: Erdoğan-Gülen savaşını tetikleyen olay, Erdoğan’ın devlet imkânlarıyla cemaatleşme arayışı mıdır, yoksa Gülen’in cemaat imkânlarıyla devlette iyice etkili, hatta belirleyici olma arayışı mı?

        Bu soruyu daha önce şöyle cevaplamıştım: Sivil olması beklenen Gülen cemaatinin gözü siyasi alanda, siyasi olması beklenen AKP’nin de gözü sivil alanda. Zaten kavga da esas olarak bu yüzden çıkıyor.

        Eğer siz Gülen cemaatinin gözünü siyasi alana, yani devlete dikmiş olduğunu ıskalarsanız, AKP ve Erdoğan’ın gözünü sivil alana, yani cemaatlere dikmiş olduğu yolundaki haklı eleştirileriniz inandırıcı olmaktan uzaklaşır ve değerini kaybeder.

        Diğer Yazılar