Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HDP’nin seçimlere parti olarak girme kararına birbirlerine taban tabana zıt kesimler itiraz ediyor ve HDP yöneticilerini vakit varken bu kararlarından vazgeçmeye çağırıyorlar. Ahmet Taşgetiren’in “Sonra ağlamak yok”, Ahmet İnsel’in “Seçime zar atmak” yazılarının başlıkları bile durumu özetliyor.

        HDP’ye yönelik itirazlar iki zıt önerme üzerine şekilleniyor: 1) Barajın altında kalırsa AKP ve Erdoğan’ı güçlendirir; 2) Barajın altında kalırsa ülkede kaos çıkabilir, bu da AKP ve Erdoğan’ı zor durumda bırakabilir. Bu itirazların HDP’nin aklını çelmesi pek mümkün değil gibi; çünkü bu parti seçim hesaplarını (ve dolayısıyla kampanyasını) Erdoğan’ı ana eksenine alarak yapmaya pek niyetli görünmüyor.

        15-20 DAHA FAZLA MİLLETVEKİLİ

        İtirazcılar, HDP’nin 15-20 daha fazla milletvekili çıkarabilmek için, bağımsız girse kazanması kesin olan en az 35 milletvekilini riske attığını söylüyorlar. İlk bakışta haklı olabilirler, fakat HDP’nin seçimlere parti olarak girmesinin ardında, 15-20 daha fazla milletvekili kazanmanın ötesinde bir siyasi hedef var. Malum 12 Eylül cuntacıları yüzde 10 barajıyla öncelikle Kürtlerin, İslamcıların ve sosyalistlerin Meclis’e girmesini engellemeyi hesaplamışlardı. Bunlardan İslamcılar (Refah Partisi) 1991 seçimlerinde ittifak yoluyla da olsa barajı aştı ve bir daha da bu engele takılmadı. Hatta 1995’te RP birinci parti oldu; AKP de 2002’den itibaren ülkeyi tek başına yönetiyor.

        Yüzde 10 bu nedenle Kürt siyasi hareketi (KSH) için çok stratejik bir eşik. Bunu aşmaları halinde önleri epey açılmış olacak. Ülke içinde ve bölgede konjonktürün son derece elverişli olduğu da ortada. Zira KSH bir süredir “altın çağı”nı yaşıyor. Buna rağmen sağlamcılık yapıp parti olarak seçimlere girmeyi bir kez daha ertelemesi halinde, bir süredir yaşadığı sistemli yükselişlerini de tehlikeye atmış olacak. Kısacası HDP bu seçimleri “risk”ten ziyade “fırsat” açısından değerlendiriyor.

        ŞİKE İDDİALARI

        HDP’nin barajı geçemeyeceğini bile bile parti olarak seçimlere girmesinin ardında Erdoğan’la yapılan gizli bir pazarlık bulunduğu iddiası hâlâ dillendiriliyor. Şu üç olgu, bu iddianın asılsız olduğunu göstermeye yetebilir:

        1) Böylesi bir pazarlığın İmralı’da Öcalan ile devlet temsilcileri tarafından yapılmış olması lazım. Fakat seçimlere parti olarak girme eğiliminin merkez üslerinin Kandil (PKK/KCK) ve Ankara (HDP) olduğu netleşmiş durumda.

        2) Yeni Anayasa ve başkanlık seçimi konusunda bir pazarlık söz konusuysa, bunun gerçekleşmesi için HDP’nin Meclis dışında kalması bir zorunluluk değil.

        3) Hükümete yakın isimlerin HDP’yi kararından döndürmek için sarf ettikleri gayretler ortada. Bir yanda HDP’nin barajın altında kalması halinde yaşanabileceklerden, diğer yanda aşmasının AKP’ye indireceği darbeden kaygılananlar. Örneğin, Star Gazetesi yazarı Orhan Miroğlu şöyle yazdı: “AK Parti’nin gerçek rakibi bu seçimlerde HDP’dir. Barajı aşar ve AK Parti 300 milletvekilinin altına düşerse çözüm süreci biter, ‘Yeni Türkiye’ bir hayal olur.”

        TÜRKİYE PARTİSİ OLMAK YA DA OLMAMAK

        HDP’ye yönelik eleştirilerin başında “Türkiye partisi ol(a)mama” geliyor. Bu klişenin herhangi bir işlevi kaldığı kanısında değilim. Zira kastedilen ülkenin dört bir tarafından oy alabilmekse, CHP ve MHP’nin Güneydoğu’daki oy yüzdeleri çift haneli sayılara ulaşamadığı için, AKP dışında “Türkiye partisi” olduğu söylenemez.

        Zaten HDP’liler de son dönemde “ana akım partisi” kavramını kullanıyorlar. Zira onlar da esas güçlerinin Kürtlerden geldiğinin ve gelmeye devam edeceğinin bilincindeler. Amaçları olabildiğince başka toplumsal kesimlerin de desteğini alarak Kürtleri sistemin çeperlerinden merkezine taşıyabilmek. Bu stratejinin hayata geçirilmesinin hiç de kolay olmadığı, KSH içinden ciddi reaksiyonların gelebileceği muhakkak.

        Diğer Yazılar