Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HAKAN Fidan olayı, daha önce pek benzerini görmediğimiz devletin zirvesindeki ciddi bir krizdi. Fidan’ın bir ay sonra tekrar MİT’in başına dönmesiyle kriz çözülmüşe benziyor. Yine de bu olayın incelenmesi, hem Türkiye’de siyasetin işleyişini anlama, hem de bundan sonra yaşanabilecekleri öngörebilme açısından bizlere epey ipuçları verebilir. Mesela:

        Fidan olayı sayesinde, devletin zirvesinde her zaman ilk sözü olmasa da son sözü büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediğini gördük.

        Fidan olayı, ülkede hukuki olmasa da fiilen “partili bir cumhurbaşkanı” tarafından yönetilen bir başkanlık sistemi olduğunu açık bir şekilde kanıtladı. Zira Erdoğan Saray’dan hem hükümeti, hem de partiyi (AKP) çok yakından kontrol ettiğini bu vesileyle bir kez daha göstermiş oldu.

        ■ Buna bağlı olarak, Başbakan Davutoğlu’nun bağımsızlık bir yana, özerkliğinin bile hayli sınırlı olduğu ortaya çıktı

        ErdoğanKol kırılır yen içinde kalır” tutumu yerine, sorunu medya üzerinden dillendirdi. Bu da doğal olarak devlet yönetimindeki kırılganlığı açığa çıkardı. Bu duruma anlam veremeyenler ise yaşananları “danışıklı dövüş” olarak nitelediler. Halbuki Erdoğan en iyi bildiği şeyi yapıyordu: Yine bir krizi kamuoyuna mal ederek istediği şekilde çözmeye çalışıyordu. Bunda başarılı da oldu.

        ■ Normal şartlarda siyasi iktidar içinde yaşanan bu türden kritik çekişmelerin muhalefetin elini güçlendirmesi gerekir. Ama muhalefetin önemli bir kısmı, daha bunun sahici bir kriz olduğunu bile kavrayamadı.

        ■ Eğer muhalefet temsilcileri, Fidan’ın siyasete geçme ısrarının ve Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı’na rağmen Fidan’a onay vermesinin (Onun “Fidan’a siyasette ihtiyacım var” sözünü unutmak mümkün mü?) ardındaki esas nedenleri irdelemeye çalışsaydı süreç bambaşka gelişebilirdi.

        ■ Muhalefet temsilcileri tarafından alelacele, çaresizlik ve bilgisizlikten yapılan “danışıklı dövüş” tespitleri, Erdoğan’ın otoritesinin mutlaklığını temel alıyordu ve yanlıştı. Bu yanlış tespit sayesinde Erdoğan otoritesindeki zaaflarını örtmeyi ve bu krizden de en az hasarla çıkmayı bildi

        ■ Muhalefetin beceriksizliğinden bağımsız olarak bu krizin tek tek tüm aktörlere, genel olarak da siyasi iktidara zarar verdiği aşikâr. Şu aşamada en az zararı Erdoğan görmüşe benziyor. Hatta bu yolla otoritesini daha da pekiştirdiğini düşünenler var. Fakat iktidar partisi, hükümet ve MİT’in, özellikle de bunların başındaki kişilerin (Davutoğlu, Fidan) yıpranmış olmasının Erdoğan’ın lehine olmadığı da ortada.

        Erdoğan’ın, Abdullah Gül’ü milletvekili adaylığına teşvik eden açıklamasının bir şekilde Fidan olayıyla ilgisi olduğunu düşünüyorum. Tekrar aktif siyasete girmesi halinde Gül, AKP içinde Davutoğlu ile Fidan’ın toplamından daha fazla bir özgül ağırlığa sahip olabilirdi.

        ■ Parti içi iktidar dengelerini bir kenara koyup bakacak olursak, Gül ve Fidan’ın, sadece Meclis grubunda yer almaları bile önümüzdeki dönemde AKP’ye ciddi bir güç katacaktı. Fakat Gül’ün adaylığa sıcak bakmadığı ve Fidan’ın da adaylığını çektiği haberleri peş peşe gelince birçok hesap altüst oldu, senaryo boşa çıktı.

        Fidan olayı, Erdoğan’ın kafasındaki devlet yapılanmasında MİT’e (ve tabii Fidan’ın kendisine) ne derece merkezi bir yer ve önem atfettiğini bir kez daha gösterdi. Hal böyle olunca Fidan’ın neden Erdoğan’ın “sır küpü” olmayı bırakıp kendisine, onu rahatsız etme ihtimaline rağmen, siyasi bir gelecek tasarladığını anlamak daha da zorlaşıyor.

        ■ Eskiden de böyle miydi, sanmıyorum. Velev ki hep böyleydi ama kamuoyu MİT’in bu kadar merkezi bir yer ve öneme sahip olduğunu şu son dönemde fark etti. Bu, demokrasilerde iyi bir şey olmasa gerek. Öte yandan, Fidan’ın geri dönmesiyle birlikte muhalefetin “partili müsteşar olmaz” şeklinde itiraza başlamış olması, yakın gelecekte MİT’in iyice siyasetin malzemesi olacağının göstergesi.

        Diğer Yazılar