Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ADI Brittany Maynard, 29 yaşında. Her insanın kafasının köşesinde mutlaka olan bir soruya kesin cevabı bir tek o biliyor. “Ne zaman öleceğim?” sorusuna bir tek o günü ve saatiyle kesin cevap verebiliyor. Çünkü 1 Kasım’da annesi, üvey babası ve sevdikleriyle birlikte odasına çekilecek ve kendini öldürecek.

        Bertrand Tavernier’in, Romy Schneider’ın başrolü oynadığı “Death Watch” adlı bir filmi vardı. Film ölümcül hastalıkların çoğunun ortadan kalktığı bir gelecekte geçiyordu. Kadına, ender rastlanan ölümcül bir hastalık teşhisi konulunca toplumda, “Acaba bu hastalıktan nasıl ölünüyor?” merakı başlıyor.

        Bir televizyon yapımcısı bunu fırsat bilerek kadının etrafına gizli kamera taşıyan insan yerleştiriyor ve onun ölüm süreci naklen yayınlanmaya başlıyor. “Daha sonra çok popüler olacak ‘reality şov’ların haberi ilk olarak bu filmde verildi” diyebiliriz.

        Tavernier’in filmi “Bilinmeyen hakkındaki merakımız; başkalarının başına gelenleri uzaktan seyredebilmenin insana verebileceği tatmin; ölümlü olmak ne demektir, insan öleceğini bilince nasıl davranır?” gibi konularda derinliği olan bir çalışmaydı.

        Son günlerde kendimi o filmdeki televizyon seyircilerinden birine dönüşmüş, sıradanlaşmış gibi hissediyorum.

        İlk önce Mehmet Pişkin’in beni derinden sarsan veda konuşmasını izledim, sonra da bu kıza taktım. Bir yandan da ölüm konusunda elime ne geçirsem okuyorum; Seneca dahil hiçbir yazarı atlamamaya çalışıyorum. “Hayrola” diyebilirsiniz, inşallah hayırlı olur da bunu yaparken sadece insani zayıflıklarım doğrultusunda davranmıyorum. Temelde daha önemli bazı kaygılarım ve kafamda çözemediğim bazı sorunlar var.

        Modern tıp, gençlerin daha sağlıklı olmasını sağlamaya konsantre olacağı yerde belirli yaş grubu üzerindeki insanların hayatını daha uzatmaya yoğunlaştı. Şimdi hastalık ne kadar vahim, ne kadar yıpratıcı olursa olsun kişinin hayatını mümkün olduğunca uzatmak için elden gelen yapılıyor.

        Bunun doğru bir yaklaşım olduğuna dair kuşkularım var ve bazen hastalara “onurlu bir şekilde ölme şansının” da verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tıpta ciddi ve derin bir paradigma değişimine ihtiyaç var.

        Oregon’da yaşayan 29 yaşındaki kadın, bize bu konuda dersler veriyor; bu yüzden onun ölüm sürecini yakından izlemeye çalışıyorum. Bir süre önce kendisine beyin kanseri teşhisi konulmuş. İlk önce 10 yıl ömrünün olacağı tahmin ediliyormuş.

        Bir ameliyat yapılmış, durumun sanıldığı gibi olmadığı ortaya çıkmış ve o kanser türünün olabilecek en kötü halinin olduğu anlaşılmış ve kıza “Birkaç ay içinde öleceksin” denilmiş. Şimdi sayfaya aldığım People Dergisi’nin kapağına bir bakın; kızın eğitimli, iyi bir aileden gelen ve kararlı bir genç olduğunu siz de hissedeceksiniz sanırım. Brittany, kendi ölüm sürecinin nasıl olacağı üzerine araştırmaya başlamış. Görmüş ki büyük acılar çekecek, vücut foksiyonlarının önemli bir bölümünü kaybedecek, hatta bilincini kaybedip yatalak bile olacak ve ancak ondan sonra yine acılar içinde ölecek. Bunları öğrenince ölüm sürecini kontrol altına almaya karar vermiş. Hastalığın vücuduna saldırmasını beklemek yerine ondan önce ölmeye karar vermiş. Sevdiklerinin yanında huzurlu bir şekilde, acısız ölümü seçmiş.

        Oregon’da “death with dignity” (onurlu ölüm) yasalarının olduğunu öğrenince oraya taşınmış ve hazırlıklara başlamış. Kendi ölümü için 1 Kasım’ı seçmiş ve düzgün ölmek için tıbbi yardımları da hazırlamış. O gün geldiğinde genç kız odasına çekilecek, yanında tüm sevdikleri olacak ve acı çekmeden, bitik düşmeden kendi kontrolünde ölecek.

        Atul Gawande adlı bir doktor var, son olarak bir kitap yazdı. “Being Mortal” adlı kitapta tıp âleminin her ne pahasına olursa olsun hayatı uzatmak yerine bazı durumlarda ölümü çabuklaştırıp kolaylaştırıcı olması gerektiğini yazdı; yani doktor Gawande tıpta ciddi bir paradigma değişimi olmasını istiyordu. Böylece genç kızın son derece cesur biçimde uyguladığının teorisi de yapılıyor bir yandan.

        Ölme kararını vermek hiçbir zaman kolay olmamalı, ama bazı durumlarda hem kendiniz hem de çevreniz çok çekecekse bu kararı vermek daha kolaylaşıyor olmalı. Türkiye’de de bazı durumlarda bazı hastalara “onurlu ölüm” opsiyonu verilmeli bence.

        Bunu tartışmaya başlamalıyız; çünkü ölümün kime ne zaman geleceğini kimse bilemez. Gençler, “Ben nasıl olsa daha ölmem”, yaşlılar ise “Ne pahasına olursa olsun biraz daha yaşamam lazım” demesinler ve bu konu tartışılsın.

        Eğer gereken yasal düzenlemeler yapılırsa göreceksiniz ki, sadece onurlu ölüm imkânının var olması bile ölüme bakmamızı daha kolaylaştıracak ve içimizi biraz olsun rahatlatacaktır.

        Diğer Yazılar