Atatürk ve dindarlar
KURDUKLARINI söyledikleri yeni Türkiye’ye damgasını vuran dindarlığın, kendi ideolojik dünyasında güçlü bir Atatürk düşmanlığı barındırması hem bir trajedi, hem de Türkiye’de tarihin sonunu getirebilecek bir durumdur.
Cumhuriyet Bayramı günlerinde ya Atatürk’e ölçü dışı, abartılı övgüler düzen yazılar ya da yine abartılı, ölçüsüz, onun yaptıklarını küçümseyen yazılar yazılır ya, ben de günün heyecanına kapılıp aynı tür bir yanlışa düşmemeyim diye bir gün gecikerek yazıyorum Cumhuriyet Bayramı yazımı.
“Bunu bilmek okuyucunun hakkıdır, bu şeffaflığı onlar talep etmeliler” diye şunu baştan söylemeliyim ki, ben hâlâ onların deyimiyle eski Türkiye’nin ruh haline sahip olan bir insanım, hâlâ eski Türkiye duyarlılıklarıyla Cumhuriyet Bayramı’mızı yakın çevremde kutluyorum.
Atatürk’e sevgim ve saygım sonsuzdur, bu hiç bitmeyecek; devleti yönetenler ne yaparlarsa yapsınlar ruhumun derinliğine işlemiş bu duyguları elimden alamazlar.
Beni tam insan yaptığına inandığım bu duyguları bana vermiş olan 10 Kasım okul törenlerinde ağlayan öğretmenlerime, beyaz Türk’e yakışan bir şekilde Atatürk’ü seven anne ve babama minnet duyuyorum.
Bu duygusallığı sürdürebilirim, lafı uzatabilirim, ama bunun ne bana, ne de yazıya bir faydası var. Bu duygusallık bazen beni de yanlışlarını göz ardı ederek Atatürk’ü sevmeye itiyor. Onun sadece yanlışlardan oluşmuş bir insan olduğunu düşünen bir yeni Türkiye’nin var olması, beni de inadına böyle davranmaya itebiliyor.
Duygusallığımı biraz baskı altına alabildiğim anlarda bu karşıtlığın, bu zıtlaşmanın Türkiye’yi bir trajediye ittiğini ve bu durumun ülkeye yararı olmayacağını düşünüyorum.
Yanlışlarını bilerek, onu anlayarak sevmenin beni daha güçlü bir Atatürkçü yapacağını da bildiğimden onun yanlışlarını anlamak ve bilmek beni korkutmuyor da.
Onu hiç anlamaya çalışmadan, ondan nefret etmeye başlayan insanlara karşı daha güçlü yapıyor bu tavır beni.
Tarih kendisine özgü nedenselliklerden dolayı belirli konjonktürlerde büyük insanları ortaya çıkarır, ama onu doğuran aynı nedensellikler, onun yanlışlar yapmasını da sağlar. Tarihteki Atatürk dahil her büyük insanın yanlışları olması işte bu nedenledir.
Atatürk, cumhuriyeti ilan ettiği gün Türkiye dibe vurmuş haldeydi. Bir ülkeyi kurabilmek için önce ekonomisinin oluşması gerekiyordu. Türkiye’de ekonomi diye bir şey yoktu. Dünya koşulları da bunun oluşmasına engeldi.
Büyük insan; modern, seküler, demokratrik bir cumhuriyeti bu koşullar altında kurmaya mecburdu. Onu oluşturan aynı tarihi nedensellikler, işte bu ortamda onun yanlışlarının da yolunu açtı.
Bir ülkede sınıfların kendilerini yaşatma düzeyinin üzerinde değer üretilmezse ekonomi oluşamaz. Bu fazla değere, “artık değer” denilir. O koşullarda Türkiye’de köylülük dışında toplumsal sınıflar yoktu ve Atatürk bir burjuvazi, bir proletarya yaratmak zorundaydı.
Yarattığı değere el konulabilecek tek bir sınıf vardı ortada, o da köylülüktü ve onun yarattığı artık değer merkeze aktarılarak bir ekonomi oluşturulmasında kullanıldı.
Köylülüğün daima sömürüldüğü düşüncesinin, periferinin merkeze karşıtlığının nüveleri, daha sonra Demokrat Parti’yi CHP’ye karşı doğuran ve hatta çok daha sonra AK Parti’yi de oluşturan dinamiğin temelleri hep o dönemde atıldı.
Köylü sınıfı gayet tabii ki dindardı da. Atatürk’ün dindarlara karşı olduğu düşüncesi de işte o koşullar altında yaratıldı ve düşmanları tarafından bugüne kadar kullanıldı.
Atatürkçü düşüncenin din karşıtı olduğu fikrinin tarihi nedensellikleri ve ekonomik temelleri vardı.
Atatürk, bunun algı sorunu yaratacağını bilerek tarihi görevini yapmış ve demokratik, seküler, modern cumhuriyeti kurma yolunda ilerlemiştir. Dindarlar bugün asla tarihi anlamaya çalışmayarak kendilerini bir yalana inandırıyorlar.
Bu yalana karşı durmalıyız ve bize ne kadar sevimsiz gelirse gelsin, asılsız saldırılara karşı durup Atatürk’ün büyüklüğünü daima, her fırsatta anlatmalıyız. Bunun olacağına pek inanmasam da belki onlar da bir gün gerçeği anlayacaklardır.