Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MARKSİST düşünce sistematiğiyle eğitilmiş beyinlere “üretim biçimi” denildi mi akıllara hemen “kapitalist üretim biçimi” gelir doğal olarak. Ama üretim biçimi, hayatın her alanına uygulanabilecek bir terimdir. Marksizm, özellikle ekonomi dışında kültürel devrimle de uğraştığından kültürün nasıl üretilip tüketildiği onun duyarlı olduğu ve üzerinde çalıştığı bir alandır.

        Özellikle geleneğin içinden olan Frankfurt okulu düşünürleri, popüler kültürü anlamak ve anlatmak için büyük eserler yaratmışlardır.

        Bu gelenek içinde hâlâ parlak örnekler bulunuyor. Ama son zamanlarda kültürün tüketilmesinde radikal değişiklikler olurken ve bu tüketim değişimi üretim süreçlerinde de değişimi getirirken Marksist gelenek bu konuda kendisinden beklenen canlılığı gösteremiyor.

        Kültür üretim biçimi, bunun dağılımı ve tüketilmesi çok kökten bir değişim içinde. Diyebiliriz ki 20’nci yüzyıla hâkim olan kültür tüketim biçimi, dolayısıyla üretim biçimi de ortadan tamamen kalkmak üzere ve yerine çok farklı, sınıf bilinciyle değerlendirilmesi gereken yeni formatlar geldi.

        Kültürde içerik gayet tabii ki zihnimizi çok meşgul eden, bizi çok düşündüren bir boyut, ama kültürün bir de maddi temelleri var. Onun nasıl dağıtıldığı, nasıl tüketildiği de son derece fiziksel, aynı zamanda içeriklerin de anlamını değiştiren bir boyut.

        Olayı basite indirgeyerek anlatmaya çalışayım. Çok uzağa gitmeyelim, 20’nci yüzyılda film, müzik ve kitap üretimi ve tüketimini ele alalım. Daha sonra bunların şimdi nasıl yapıldığını görelim. Filmler nasıl üretilip tüketiliyordu? Filmin çekimi bittikten sonra PR ve reklam çalışması başlatılıyordu. Bir gala açılışının ardından sinemalarda gösterim başlıyor ve iş bundan sonra eleştirmenlerin vereceği yorumlara bağlı oluyordu.

        Tüketiciler/seyirciler filmi tutarsa o zaman para kazanılıyordu. Filmlerin üretilip tüketilme süreçleri az çok hep böyleydi.

        Müzikte de aynı şeyler geçerliydi. Albüm yapıldıktan sonra PR ve reklam kampanyaları başlatılır, müzik eleştirmenleri ile dergiler devreye girer ve albümün radyo istasyonlarında çalınma aşaması başlardı. Bundan sonra başarının gelip gelmeyeceği ise satışlarla belli olurdu.

        Kitap sektöründe de az çok benzer süreç vardı. Yazar çalışmasını bitirdikten sonra önceden anlaşılmış kitabevi baskıya başlar, bu arada PR ve reklam çalışmaları da yapılırdı. Bir süre sonra eleştirmenler devreye girer ve başarı, kitap satışıyla tespit edilirdi. Anlayacağınız, 20’nci yüzyılda herkesin işi belliydi, başarının nasıl geleceği ve nasıl ölçüleceği de netti. Başarı şansını artırmak için üretim süreçlerinin içinde bulunanların ne yapacağı da az çok açıktı.

        Şimdi içinde bulunduğumuz çağa gelelim... Filmde, müzikte ve kitaplarda üretilen kültür objesinin tüketilmesinde inanılmaz bir değişim oldu. Artık üçünde de tüketim, “Açık büfe, ne kadar yersen ye” ilkesine göre yapılıyor.

        Netflix filmde, Spotify müzikte tüketiciden önceden belirli bir miktar para alıyor, bunun karşılığında da “Ne kadar film seyredersen seyret, ne kadar müzik dinlersen dinle” diyorlar. Üstelik tüketici neyi, ne kadar, ne zaman, nerede izleyeceğine, dinleyeceğine kendisi karar veriyor.

        “Kitapta ne oldu?” derseniz orada da aynı sistem çalışmaya başladı. Oyster’a başta 10 dolara yakın bir para ödüyorsunuz, o da sitesinde size yüz binlerce kitabı istediğiniz zaman, istediğiniz kadar okuma imkânını veriyor.

        Bu yeni düzenin yepyeni bir kültür tanımı yapacağını kesinlikle söyleyebiliriz. Global vasatizm yaygınlaşırsa zevkler de gerileyecek; okunmak, seyredilmek ve dinlenmek için milyonlarla rekabet etmek ve kolay erişilmek zorunda olan kültür objesinin de kalitesi, genele uyum sağlanması için mecburen düşürülecek. Bazıları bu yeni tüketim imkânının bireye özgürlük verdiğini ve bunun çok daha demokratik olduğunu düşünüyor.

        Önümüzdeki alternatifler tabii ki arttı, ama kültürel üretim ve tüketimde olması gereken elit duyarlılıkların ortadan kalkmasının çok iyi olup olmadığı henüz belli değil.

        “Godfather” veya “Raging Bull” filmi ilk gösterime girdiği gün sinemada diğer seyircilerle bunu seyretmek mi, yoksa bunu Netflix’ten seçip kaydetmek mi daha güzel? Veya yazarınızın ürününü bulmak için kitapçıda dolaşmak mı, yoksa bunu bir “tık”la indirmek mi daha iyi?

        Bu konudaki kararı galiba içinde yaşadığımız günler tarih olunca verebileceğiz gibi geliyor. Ben bugünün imkânlarını kullanıyorum, ama bu imkânların bana verdiği her şeyden hoşnut olduğumu ve 20’nci yüzyılı hiç özlemediğimi de söyleyemem.

        Diğer Yazılar