Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KALBİMDE inanç fırtınaları esmeden önce çok sinirliydim, hayata küsmüş gibiydim. Türkiye ile ilgili her haber, özellikle siyasi haberler beynime darbe gibi geliyordu, içim öfke doluydu.

        Rastafaryan inancını keşfettikten ve bu inancın müridi olduktan sonra Coen Kardeşler’in “Büyük Lebowski” filmindeki Dude karakterine dönüştüm. Yani son derece vurdumduymaz bir insan haline geldim.

        Makul insanlara hayatın sillesi olarak gelebilecek siyasi haberlere bile, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” mantığıyla bakıyorum. Bu aynı zamanda benim Allah korusun bir Türk liberali olduğumu gösteriyorsa, bu felakete karşı bile vurdumduymazım.

        “Allah korusun”, “felaket” gibi kavramlar kullandım; çünkü örneklerinden biliyor olmalısınız, Türkiye’de liberal olmak bir tür sakatlık, vahim bir akıl hastalığı gibidir.

        Bir arkadaşım durumuma bakarak bana, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler diyorsun ama bak gerçekten geçiyorlar ve aynı zamanda sana da geçiriyorlar” diyerek son derece nezih ve kaliteli biçimde benim ve liberallerin durumunu özetledi.

        Buna rağmen özellikle yeni inancımın ritüeli “ganja seansları” esnasında aldığım hiçbir haber beni sarsmıyor, şaşırtmıyor. Özelikle AK Parti cephesinden gelen haberlere karşı özel bir dayanıklılığım oluştu. Ganja ritüelim esnasında, Norveç veya Danimarka gibi normal bir ülkeyi onda biri bile gelse anında çökertebilecek, hatta onları haritadan silebilecek kadar sarsabilecek olayların tümü haber olarak verilse bile sadece müstehzi biçimde gülümsüyorum. Bunları bile normal karşılıyorum.

        Sorun sadece bende değil, yeni Türkiye’de bunlar hakikaten normal karşılanıyor olmalı. Çünkü dediğim gibi, normal bir ülkeyi bir gün içinde çökertebilecek sarsıcı haberler bizde artık gazetelerin birinci sayfalarında bile gözükmüyor.

        Bu arkadaşıma göre durumum o kadar vahimmiş ki, özellikle ganja ritüelleri esnasında Davutoğlu’na dair abartılı ve coşkulu sevgi sözcükleri söylüyormuşum, hatta bir ara aşırı sevgiden kontrolsüz biçimde ağlamaya bile başlamışım. Ayrıca Tayyip Erdoğan’ın aslında hepimizi, özellikle gazetecileri çok sevdiğini de söylüyormuşum. Hatta Bekir Bozdağ’ın sadece 21’inci yüzyılın değil aynı zamanda 20’nci yüzyılın da önde gelen entelektüelleri arasında olduğunu bile iddia etmişim.

        Bunları ne zaman söylediğimi hatırlamıyorum; çünkü ganja ritüellerimin sonuna doğru içim Türkiye’ye dair büyük sevgi ve coşkuyla dolmuşken, birtakım halüsinasyonlar bile görüyorum. İşte bu evremde halkı da çok seviyorum.

        Bu ganja abartıldığı takdirde insana absürt şeyler yaptırabiliyor, öyle ki bir seansımda karıma evlenme bile teklif etmişim. Arkadaşım bu olayımı görünce siyasiler hakkında ifade ettiğim sevgi dolu sözleri bile anlayışla karşılamış. Arkadaşım şu anda benim tamamen delirmiş olduğumu düşünüyor ve karımla işbirliği yaparak beni kapattırmaya çalışıyor.

        Bob Marley dinleyip ganja ritüeli yaparken -biliyorsunuz bunlar Rastafaryan inancımın ibadetidir- bazen ürkütücü halüsinasyonlar da görüyorum. Bunlardan sonuncusu bayağı kokutucuydu.

        Bu halüsinasyonumda güya Cumhurbaşkanı, beni yeni konutuna davet etmiş. Canı saklambaç oynamayı çekmiş ve nedense oyun arkadaşı olarak da beni seçmiş. Cumhurbaşkanı o, isterse benim geri zekâlı olduğumu da düşünebilir, ben onu yine de severim. Neyse oyunumuza başlıyoruz, ben onu ararken her şey normal oluyor; zira onu daima makam odasında buluyorum, hiç sobelenmiyorum. Ama sıra onun beni aramasına gelince kâbus başlıyor; çünkü malum konutta biraz fazla sayıda boş oda var.

        Evet “Biraz” diyorum; çünkü ben vatan hainleri gibi değilim, oda sayısının cumhurbaşkanlarına ancak yeteceğini düşünüyorum. Konutta saklambaç oynarken saklanmak kolay, ama asıl zorun saklananı bulmak için dolaşan Cumhurbaşkanı’nın yaklaşan ayak seslerinin boş koridorda yankılanmasını duymak.

        Halüsinasyonumda ayak sesleri yaklaşırken beni bir ölüm korkusu basıyor, panik atakları filan yaşıyorum. Hatta bir ara konutta değil “The Shining” filmindeki Overlook Oteli’nde yaklaşmakta olan Jack Nicholson’un ayak seslerini duyuyormuşum gibi hissettim. Sonunda dayanamayıp bahçeye fırlıyor ve bahçe kapısından dışarıya çıkmaya çalışıyorum ama nedense korumalar beni vuruyor.

        Girmeye kalkışıyor olsaydım vurmalarını anlayacaktım ama çıkmaya çalışırken neden vurduklarını anlamamakla birlikte ben yine de onu, Yavuz Bingöl’den daha fazla severek son nefesimi veriyorum ve ganja seansımdaki halüsinasyon da öylece bitiyor.

        Diğer Yazılar