Yazar olmak
Türkiye’de yazar olmak hep zordu. Dönemine göre baskılar, baskıcılar değişse de baskı, yazarlık mesleğiyle otomatik gelen bir hayat tarzı gibiydi.
Kabul etmek gerekir ki, çağımızda Türkiye’de anlamlı bir şekilde işini yaparak yazar olabilmek gerçekten zor.
Aslında cesareti ve imkânı olan, bu işi gönüllü bir şekilde bırakıp kendi özeline çekilmeli. İnziva da diyebilirsiniz buna.
Yazar olabilmeyi imkânsızlaştıran siyasi ve sosyal koşulların yanı sıra bir de fiziksel imkânsızlıklar var.
Dijital dünyayla ilgilenmeye başladığım ilk günden gördüm ki bazı gelişmeler kaçınılmazdır; bunlara katılıp katılmayacağımız hakkında tercih hakkımız maalesef yok.
Özellikle biz medyada son nefesini vermekte olanlar açısından bir tercih hiç yok.
Ya dijitalin gerektirdiği sürece katılacağız ya da kaçınılmaz sonumuz daha erken gelecek.
Yani bu yüzyılda yazarlık sadece siyasi ve sosyal koşullar nedeniyle değil, fiziksel nedenlerle de ölmüştür.
Çünkü insan beyni değişiyor. Beynin değişme kapasitesi olduğu hep söylenir ve bilinir, ama değişimin bu kadar hızlı ve belirgin hale geldiği bir başka dönem de olmamıştır herhalde.
Çok kısa süre içinde bütün anlatımlarımız videolu olacak, dijital dünyadaki tüm reklam gelirleri videolu anlatımlara kayacak.
İnternet sitelerinde sadece yazılı metinden oluşan anlatımlar yer almayacak, hepsi videolu, görüntülü olacak.
İnsanlar internette sörf yaparken karşılarına çıkan sitede kalıp kalmayacaklarına, orada bazı şeylere bakıp bakmayacaklarına sadece 3 saniye içinde karar veriyorlar.
Evet 3 saniye dedim; insan beyni bu kadar kısa sürede hangi bilgiyi prosesinden geçirebilir ve sonuçlara varabilir, bu net değil.
Ama net olan bir şey varsa, o da insan beyni o 3 saniye içinde bir metni okuyup analiz edecek vakte ve sabra sahip değil.
O zaman ne oluyor?
İnsanların ilgisini 3 saniye içinde çekme işi, iyi yazılara ve yazarlara bırakılmıyor artık; çarpıcı grafiklerle verilen 2-3 saniyelik videolarla çözülüyor bu iş.
Diyelim ki kişinin dikkatini çekmeyi başardık ve o siteyi okumaya başladık.
Almanlar ve Kanadalılar her sayfaya en fazla 20 saniye, Amerikalılar ve İngilizler 21 saniye, Hintliler ve Avustralyalılar 24 saniye, Fransızlar da 25 saniye ayırıyorlarmış.
Türkiye için rakamları bilmemekle birlikte ayrılan zamanın bunlar kadar yüksek olabileceğine ihtimal vermiyorum.
Düşünün, insanlar sayfanıza bakıp bakmayacaklarına 3 saniye içinde karar veriyorlar, eğer bu kadar kısa sürede ilgilerini çekemezseniz başka yere gidiyorlar.
Kalsalar bile en fazla 30 saniye kadar zaman ayırıyorlar size.
Onların beyni bunu istiyor, o beyinler artık okuyamıyor ve sadece seyretmek istiyor.
İşte bu çağda yazarlığın ölmüş olmasının en büyük nedeni de budur.