Cenazede haber var mı?
Patlamaya hazır, hatta bunun için vesile bekleyen toplumlarda medyanın yayıncılık sorumluluğu çok daha kritik boyuta ulaşır.
Evet, medya kamusal bir hizmet yapmaktadır, ama bazen bu hizmet sadece yayınladığımız haberlerle değil, bazen de (hatta belki de çoğunlukla) yayınlamamaya karar verdiğimiz haberlerle yapılabilir.
Tabii sıradan, herhangi bir günde şerefsiz, ahlaksız, alçak saldırıların ve hatta açıkça küfrün ve son olarak da cinayet tehdidinin köşelerde rutin olarak söylenebildiği bir ülkede, medyaya “Makul olun” çağrısı yapmak ne kadar makul bir beklentidir bunu bilmiyorum, ama yine de deneyeceğim.
Ben televizyon haberlerindeki şehit cenazelerinde ne tür haber değeri var anlamakta zorlanıyorum.
Bu cenazelerde, “hiçbirimizin hayatında başına gelmesin” diye dua ettiğimiz şeyler oluyor ve biz de bunları seyrediyoruz. Herhalde bu hayattaki en acı şey, bir anne ve babanın çocuklarının cenazesini kaldırmasıdır.
Televizyon kanalları, değişik cenazelerden bu büyük acıları görüntülü vermekte ısrarlılar. Hepsinde aynı görüntü, aynı acılar var. Bunlardaki haber değeri nedir anlamak zor.
Susan Sontag, “Başkalarının Acısına Bakmak (Regarding the Pain of Others)” adlı çalışmasında, bu tür görüntülerin eğer bizlerden güvenli bir uzaklıkta tutulabiliyorsa, bizleri heyecanlandırıp ilgimizi çektiğini anlatır. Dahası bu tür görüntülerin çok sayıda olması ve tekrarlanması bizleri de acıya karşı kaşarlı hale getirir, acılı yaşamaya alışmamızı da doğurabilir. Tabii ki bugünün Türkiye’sinde bu acılı görüntüler, provoke olmak için alesta beklemekte olan irrasyonel insanlar için de iyi bir vesile oluşturmaktadır. Ben haberlerde verilen bu cenaze görüntülerine bakarken, bir zamanlar yine PKK’nın saldırılarını artırdığı eski bir tarihte izlediğim bir görüntüyü hatırladım.
Haber, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ndeki yaralı askerlerle ilgiliydi. Genelkurmay çektirip servis etmişti bu görüntüleri. Haberde, mayına bastığı için iki kolunu ve iki bacağını aynı anda kaybetmiş ve kör de olmuş bir astsubay vardı.
Korkunç bir görüntüydü: Asker kör de olduğundan bacaklarının ve kollarının olmadığını da tam bilemiyordu (Uzuvların koptuktan sonra bir süre daha -özellikle kayıp henüz yeniyken- sanki hâlâ daha varmış gibi hissedilmesine “hayalet uzuv sendromu” deniyor). Yanındaki hemşireye “İyileşecek miyim?” diye soruyordu. Hemşire de ağlamamak için kendini zor tutarak “Tabii ki iyileşeceksin” diye cevap veriyordu, bu tüm hayatı mahvolmuş askere.
Tabii bu, PKK’ya karşı öfkemizi artırmak için hazırlanmış bir filmdi ve bu etkiyi de yaptı, ayrıca savaştan korkmamıza da neden olmuştur herhalde.
Televizyonda haber kanallarının şimdilerde böylesine bir amaçları olabileceğine ihtimal vermiyorum. Eğer böyle bir amaç yoksa, o zaman insanların sakinleşmesi için çaba sarf etmemiz gereken bugünlerde o cenaze haberlerinin amacını ve anlamının ne olduğunu düşünüp belki de bu kadar fazla görüntü yayınlamamak kararı da verilebilir.