Sonunda tamamen delirdi
Yazının başlığını okur okumaz, “Adam yine babasını yazdı” diye düşünebilirsiniz, ama hayır, ben köşe yazarlarının yüzde 90’ı gibi malumu ilam etmek için yazı yazmam.
Bu defa anlattığım kişi Ertuğrul Özkök... Onun hızla çıldırmaya doğru gittiğine dair işaretleri zaten bir süredir alıyordum, ama dünkü yazısıyla o sonun çabuk geldiğini ve sonunda tamamen çıldırdığını kesin gösterdi.
*
“Güzel Bir Kasım Sabahı” başlıklı yazısında “Hiç endişe etmeyin... 2 Kasım sabahı güzel bir Türkiye’ye uyanacağız” diye yazmış.
Yahu bu ülkede 20-25 gün içinde her şeyin güzel olabileceğine inanmak için insanın ya delirmiş olması ya da inanılmaz hızlı bir şekilde kafa bulduran bir takviye alması gerekiyor.
Veya ikisi birden olmuştur; zira tamamen deli bir insan üstüne bir de kafayı bulan takviye alırsa ancak böyle umutlu, mutlu bir yazı yazabilir bu ülkede.
*
Kafayı bulmak deyince, “Ertuğrul acaba tanıdığı babamla temasa mı geçti?” diye düşündüm. Çünkü babamda insanı türlü şekilde öldürebilecek zehirlerin yanı sıra kafa bulduran maddelerin tümü stok halinde var. Son olarak Güney Amerika’dan bir kaktüs getirtti. Onun babası, yani dedem “Deli Halit” bir çiçekçiydi ve bu kaktüsü de ondan öğrenmiş olmalı. Çünkü babamın dediğine göre, kaktüsün içi yüksek düzeyde etkili uyuşturucuyla doluymuş.
Yazısını okuduktan sonra “Ertuğrul Özkök’ün bu kaktüsü tümüyle yemiş olması gerek” diye düşündüm.
*
Yahu ülkeye bir bakın, toplum zombilerin anlatıldığı “Walking Dead” dizisinin dışarıdan ekstra gelmesini gerektirmeyecek halde. Dizinin kameramanı sokağa çıkıp gündelik yaşamı çekse, Walking Dead dizisinin tüm sezonu için elinde malzeme olur.
Bekir Coşkun dünkü yazısında burayı bir morga benzetmiş. Ben katılmıyorum, morg olsaydılar iyiydi; çünkü orada yatanlar en azından oy veremezlerdi. Halbuki burada siyasi zombilik söz konusu. Kimse öldür Allah oy verme âdetini değiştirmeye niyetli görünmüyor.
Bu nedenle 2 kasım sabahı güzel bir Türkiye’ye uyanacağımızı düşünmem için benim de ya Ertuğrul Özkök kadar delirmem ya da onun gibi kafayı bulmam gerekiyor. Tamamen delirmem için az bir süre kaldı, “Biraz daha sabredin” diyorum. O zaman gelince ben de bu ülkenin geleceğinin çok güzel olduğunu anlatan yazılar yazarım. Bunu istiyorsanız söyleyin hemen yapayım, çünkü benim için okuyucu velinimettir. O ne derse hemen yerine getiririm.
Şimdi diyebilirsiniz ki: “Zombi filan diyorsun ama arkadaş sen bu toplumu tanımıyorsun ki, türkü bile sevmiyorsun. Haritada Şebinkarahisar’ı şap diye gösteremezsin.”
Bunlar doğru olabilir, ben de bu ülkeyi tanıdığım konusunda arada bir şüphe ediyorum. “Neden şüpheleniyorsun?” derseniz onu da söyleyeyim. Dedim ya müşteri velinimetimdir, bizim gazetenin üçüncü sayfasında “Günün Sözü” köşesi var. Ben bu köşenin en sadık okuyucularındanım ve bu köşede günün sözünü söyleyenlerden son 300’ünün adını hiç duymamıştım.
Bu bence topluma yabancılaşmanın zirvesi olmalı. Büyük ihtimalle toplum değil ama ben bir zombiye dönüşmüş olmalıyım.
*
Bugünkü durumdaki Türkiye’nin 2 Kasım’a kadar güzel hale gelebilmesi imkânsız. Bunu kendimden örnek vererek anlatmalıyım. Bir cerrah beni güzelleştirmeye kalksa, sadece bir çene operasyonu, burna ufak bir dokunuş veya alın çekme gibi hafif düzeltmeler yetmez. Estetik cerrahın beni güzelleştirmesi için baştan aşağıya yeni bir insan yaratması gerekir.
Yüz ve diğer organların da nakli gerekiyor güzelleşmem için. Türkiye’nin de bu kadar kısa sürede güzel hale gelebilmesi için bir seçim yetmez; büyük bir baştan aşağıya değişim, bir devrim gerekiyor. Ama nüfusun durumu yukarıda anlattığım gibi olan bu ülkede bunun gerçekleşmesi de imkânsız olduğundan boşuna nefes tüketmeyelim. Bilmem anlatabiliyor muyum?..