Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yıllar önce biri bana, “Bir gün gelecek Türkiye’deki siyasi söylemlerin kalitesi Amerika’dakilerden aşağıya düşecek” deseydi ona güler geçerdim.

        Amerika’da da bir seçim kampanyası sürüyor şu anda, yani Türkiye’dekiyle birlikte paralel bir kampanya izlemek mümkün.

        Amerika’daki kampanyada siyasetçiler gerçek sorunlara gerçekçi çözüm yolları getirmek için çaba sarf ediyorlar. Üzerinde düşünülmüş politikaları anlatıp onay almaya çalışıyorlar.

        Kampanyada sosyalist aday bile var ve onun kazanma şansı çok yüksek olmasa da varlığı yapılan tartışmaların düzeyini yükseltiyor.

        *

        Bütün sığlığına, sürreelliğine rağmen Donald Trump bile Türkiye’deki seçim kampanyasında söylenenlerden çok daha kaliteli konuşabiliyor. Yani bu utancı bile yaşayabiliyoruz.

        Anlayacağınız, önyargılı olarak “Yüzeyseldir, ciddi konuları konuşmaz” diye bilinen Amerikan siyasi ortamı, bu seçim kampanyası döneminde kalite açısından Türkiye’ye ciddi bir fark atmış durumda.

        Peki bu durum bizdeki siyasetçilerin düzeyinin düşük olmasından mı kaynaklanıyor? Katiyen hayır. Hangisini alırsanız alın kalite seviyesi açısından düşük değiller, hatta hemen hepsinin üstünlükleri bile var diyebiliriz.

        Peki nasıl oluyor da bu toplumun liderliğine soyunanlar, öyle düşük seviyeli olmamalarına rağmen bizdeki siyasi söylemlerde bu kadar kalite düşüklüğü görülüyor? Bu sorun bize acı verse de gerçeklerle yüzleşip bunun üzerine gitmeliyiz.

        *

        Türkiye uzunca bir süredir vasatlaşma, hayatın her alanında kalitesizleştirme süreci yaşıyor. Türkiye’de kalitesiz olma, sıradanlaşma, hayatta mutlu ve başarılı olabilmenin şartı haline gelmiş durumda.

        Bu ortamda siyasetçisi, gazetecisi dahil hemen her meslek grubundan insanlar, mahalle baskısıyla talep edilen vasatlaşma, sıradanlaşma ve kalitesiz olma şartını yerine getirdiklerinde başarıyı buluyorlar.

        Bu türden dibe vurmuş toplumlarda düşünce üretilemez. Düşüncenin yerini ya demagoji ya da içi boş söylemler alır.

        Ülkemizdeki seçim kampanyasında ekonomi politikası hiç tartışılmazken, hemen her partinin ne kadar para vereceğini açıklamakla yetinmesi, siyasetin ya milliyetçi ya da dini içerikli söylemlere teslim olması işte bu nedenledir.

        Bugün Türkiye siyaseti ya ekonomik popülizme ya da milliyetçi çıkışlara teslim olmuştur. Hem ekonomik popülizm hem de milliyetçilik, 21. yüzyıla yakışan düzeyde, kaliteli düşünce üretilmesini engelleyen en büyük iki hastalıktır. Kampanya biterken görülmektedir ki Türkiye, iki hastalıklı düşüncenin kısırdöngüsü içinde debelenip durmaktan başka bir şey yapamamaktadır.

        Bu acıklı durum, kaliteli, bilgili, birikimli insanları inanılmaz derecede üzse de toplumun geneli bu durumdan son derece memnundur. Çünkü bu durum, vasatı, kalitesizliği hayat tarzı haline getirmiş olan insanlara çok da uymaktadır.

        *

        2 gün sonraki seçimden ne sonuç çıkarsa çıksın gelecek iktidarın muazzam bir görevi olacak. Bu kalitesizlik, vasatlık sürdükçe ülkemiz mahvolmaya doğru gidiyor. Bu gidişle medeni ülkeler liginden global alanda düşebiliriz bile.

        Bize asla yakışmayan ve çoğumuzun da hak etmediği bu durumdan çıkmak, hayatımızın her alanına kaliteyi sokmak zorundayız.

        *

        Ben bu seçimden sonra böylesine bir yola girmemizin imkânsız olacağını düşünüyorum. Beni kötümser bulabilirsiniz ama öyle düşünüyorsanız sizden ricam, bana aksini düşünmem için bir tek neden verin.

        Türkiye’nin alışılmış ve kolay söylemlerin dışına çıkabilecek, fikirde radikal olabilecek, vasatın egemenliğini modern bir şekilde aşacak yeni düşünsel hareketlere ihtiyacı var.

        Seçim kampanyamız bize başka hiçbir şeyi göstermediyse de en azından bu ihtiyacı net biçimde ortaya koydu.

        Diğer Yazılar