Fırtınalı sularda kaptanlık
Bugüne kadar benzeri görülmemiş sosyal ve siyasi kargaşalar nedeniyle adeta bir kasırgaya yakalanmış olan dünya denizinde, ülkelerin kaptanlığında kimlerin oturduğu yani “liderlik” özellikle önemlidir.
Dünyayı sarsan bu kasırga özellikle bölgemizde çok daha sert, tehlikeli geçmektedir.
Türkiye, bu kasırganın etkilerine özellikle açık olan, gemisi her an alabora olabilecek tehlikelerle karşı karşıya olan ülkedir.
O yüzden bu kasırgalı dünya denizinde ülke gemimizin başında kaptanlık koltuğunda Erdoğan’ın ve yanında Ahmet Davutoğlu’nun oturması, bu kasırgadan çıkabilmemiz açısından hem bir şanstır hem de Türkiye’nin kıymetini bilmesi gereken bir gerçektir.
Güncel siyasi karşıtlıkların tümünü bir kenara bıraktım, reel siyasetin acımasız koşulları artık beni ilgilendirmiyor. Ben şu anda sadece dünya koşullarına ve o koşulların her ülkeyi, tabii ki Türkiye’yi de nasıl sarsmakta olduğuna bakıyorum.
Bu zor koşullardan sağ salim çıkabilmemiz ve tekrar “Bizimdir” diyebileceğimiz sosyal normal koşullarımıza geri dönebilmemiz için Erdoğan ve Davutoğlu’nun liderlikleri çok önemlidir.
Ben bunu kaçırılması, görülmemesi imkânsız olan bir gerçeğin tespiti olarak görüyorum. Ama bakıyorum da bazı, Erdoğan nefretiyle gözleri körlemiş, nefretleri beyinlerini tamamen teslim almış çevreler, sanki dünyaya karşı mağlup veya rezil olsak da olur, yeter ki Erdoğan ve AK Parti mağlup olsun başka bir şey istemeyi düşünmüyormuş gibi davranıyorlar.
Bazıları, eskinin sol geleneklerinden de gelen ve bu yüzden Rusya’ya onun tarihi nedeniyle sempati kırıntıları taşımakta olan çevreler, son yaşadıklarımızda bile Türkiye yerine Rusya’yı daha destekleyebilecek durumdalar.
Türkiye, Suriye kasırgasının içinde kaçınılmaz olarak taraf da oldu ya... Bahsettiğim çevreler sadece bu yüzden bile Rusya veya Amerika’ya daha sempatiyle yaklaşma arayışlarındalar. Hatta keşke Rusya ile ABD birleşirken Türkiye’ye de karşı tavır alsalar da sonuçta AK Parti ile de dünyanın hesaplaşmasını gerçekleştirseler diye bekliyorlar.
Dedim ya, bunların nefretleri beyinlerini teslim almış durumda, ama aynı zamanda vicdanlarını da kaybetmişler. Çünkü bugünkü dünya koşullarında yapılacak en entelektüel dürüst davranış, bugünkü milli çıkarların ihtiyacının ne olduğunu ve bu koşullarda dünyaya karşı bizi koruyup ileriye götürecek liderliğin ne olacağını açıkça söyleyip o liderliğin arkasında durmayı gerektiriyor.
Türkiye’nin bu koşullarda Erdoğan ile Davutoğlu’nun liderliğine sahip olduğu için bir şansı var. Bu kasırgadan bir şekilde ancak onların sayesinde çıkacağız ve kendimize hem bölgede hem de dünyada yeni yönler çizeceğiz, tekrardan büyüklüğü yakalayacağız.
Aslında şu anda iç siyasi koşulları tartışmak da yersiz; çünkü dış koşullar, dünya her şeyi belirler durumda.
Ama Erdoğan ile Davutoğlu’nun liderliği şu anda “de facto” işlemektedir yani bu veri olan durumdur. Eğer biz kendimizi daha da sağlama almak istiyorsak bu “de facto” durumu “de jure” hale de getirmeliyiz, yani bu liderlik yapısına anayasal temel de hazırlamalıyız.
Cumhurbaşkanı’nın ortaya attığı Fransa modelindeki “yarı başkanlık” sistemi, şu anda Türkiye’nin en fazla ihtiyacı olan ve bir an önce gereğinin yapılarak işletilmesi gereken sistemdir. Bu yapılırsa, dünya önüne zaten kendinden emin olarak çıkan liderlik yapımız, anayasal destek de aldıklarında bu özgüvenleri daha da artar ve dünya kasırgasındaki ülke gemimize çok daha etkin kaptanlık yapabilirler.