Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AKBABA’nın Üç Günü filminde beni en etkileyen sahne, filmin başındaydı. CIA’ya ait bir merkeze yine CIA’dan başka bir ekip baskın düzenleyip içerdeki herkesi öldürüyordu. Sadece “Akbaba” kod adlı şifre çözücü tesadüfen kurtuluyordu.

        O merkezde, dünyada çıkan her dergi ve kitabı okuyarak içlerinde olabilecek istihbaratı çıkaran uzmanlar çalışıyordu. Baskın yapıldığına göre açığa çıkmaması gereken bir gizli bilgiye istemeden erişmiş olmalıydılar.

        BEN BİR AKBABA’YIM

        Yazıma böyle başlamak zorundaydım, çünkü bugün gireceğim konu hassas bir konu. Bu yüzden yanlış anlamalara yanlış kaygılara yol açabilecek her duyguyu baştan engellemeliyim ki diyeceklerimi doğru algılayıp işi yanlış yerlere çekmeye filan çalışmayın.

        Ben o filmde, merkezdeki uzmanlar gibiyim. Casus kitaplarını okumak tutkumdur. Çıkmış olan esaslı tüm casus kitaplarını okuduğumu sanıyorum. Bu konuya tutkulu ve de takıntılıyım.

        Reza Zarrab’ın ABD’deki sorgulaması hakkında bugün laf ederken sadece bu okuduklarımdan kaynaklanan bilgi birikimime dayanıyorum. Hiçbir bilgi kaynağım yok, konuyu kimseyle konuşmadım da. Sadece “akbabalık” yapacağım anlayacağınız.

        BURAM BURAM OPERASYON KOKUYOR

        Zarrab’ın ABD’deki sorgulanması hakkında yazılan her şeyi okuyorum. Bunlar bu durumda meselenin açık istihbaratıdırlar. Konuyla ilgili okuduklarımı bugüne kadar biriktirdiğim bilgiler eşliğinde tarttığımda ABD’deki Zarrab sorgulamasının buram buram operasyon koktuğunu söylemeliyim.

        Bence Zarrab Amerika’da sorgulanmıyor, sadece bir şeyler hakkında istihbarat dosyası oluşturulmasına yardımcı oluyor.

        Eğer Zarrab eskiden bu yana CIA ajanı idiyse şu anda yapılan sorgulamanın bir debriefing olduğu söylenebilir. Miami’den New York’a götürülüşünün bile 5 günde, yolda konaklamalarla olması da debriefing olduğu şüphesini artırıyor. Bu tür süreçlerde süreklilik, bazı konuların üstüne ara verilmeden ısrarla gidilmesi çok önemlidir.

        Eğer Zarrab eskiden bu yana bir CIA ajanı değildiyse, şu anda aktif muhbir olmasına çalışıldığına eminim. Bu durumda da sorgulaması değil yeni görevinin öğretilmesi süreci yaşanıyordur.

        Hangi şık doğru olursa olsun operasyonun hangi ülke veya ülkeler olacağına fazla şüphe yok. İran ve Türkiye hedef ülke potansiyelleri olarak görülüyor.

        Gayet tabii ki bizi ilgilendiren, bu operasyonun Türkiye ayağının ne olabileceği.

        MUHBİR KORUMA PROGRAMI

        Şu aralar Zarrab’ın bölgemizde var olabilmesi şansının pek kalmadığı açık gibi. Onun son umudu -eğer baştan beri bir CIA ajanı değildiyse-, potansiyel ajan olması ya da muhbir olarak “muhbir koruma programına alınmasıdır”.

        Vereceği bilgiler kıymetli olduğu ve operasyonun amacına hizmet ettiği takdirde bu imkânın ona sağlanması ihtimali büyüktür.

        Muhbir koruma programlarında devlet koruması altına alınan kişilere yepyeni kimlikler ve kimlik geçmişleri ve gerekirse estetik ameliyatla yeni yüz de sağlanır. Devlet kontrolündeki bir bölgede güvenli bir eve yerleştirilir, yeni iş sağlanır ve tekrar ihtiyaç duyuluncaya kadar orada koruma altında tutulur.

        O BİLGİYE GÜVENİLİR Mİ?

        Türkiye’de bazı çevreler Zarrab’ın Türkiye’de bazı isimleri hedef göstereceğini umarak siyasi çıkarlarını buna dayamış gözüküyorlar. Ama şu da var, bunu da unutmayın:

        Bu tür süreçlerde hem sorgulanan bilgi verir hem de sorguyu yapan sorularıyla bilgi aktarır.

        Eğer sorgulanan akıllıysa bir süre sonra soruların nereye gittiğini ve kendinden neler beklendiğini anlar ve kendisini kurtarmak için yalan söylemeye, kendinden istenileni anlatmaya başlar.

        Zarrab’ın şu anda yaşamakta olduğu süreçte bunların olmaması için hiçbir neden bulunmuyor.

        O da kendinden istenilen türde konuşacaktır ve yalanlar söyleyecektir.

        Dolayısıyla istihbarat operasyonunun, sonunda büyük bir yalana dayanması da kaçınılmazdır.

        DAWN OF THE BRAIN DEAD

        NEW YORK’un hınzır tabloid gazeteleri hemşerileri Donald Trump’a karşı ağızlarını açtılar, gözlerini yumdular; akıllarına ne gelirse onu söylüyorlar.

        Daily News Gazetesi, “Dawn of the Living Dead’’ filminden ve dizisinden esinlenerek Trump’a beyin ölümünü yakıştırdı ve “Dawn of the Brain Dead” başlığını attı.

        Bütün bunlara Trump, belki inanmayacaksınız ama kızmıyor. Çünkü onun, şehrindeki tabloid gazetelerle çok iyi bir ilişkisi var ve saldıran manşetlerin bile kendisine yarayacağını düşünüyor. Kendine “beyin ölüsü” diyen gazetenin yayın yönetmeniyle yakında akşam yemeğine de çıkacağına eminim ben.

        ANJELICA HUSTON

        BEN eskiden beri Anjelica Huston’u çok beğenirim ve evet onu çok da seksi bulurdum. New York Dergisi’nin moda bölümünde, onun seçtiği kıyafetler ve tarzının değişikliği üzerine bir yazı okuyunca tekrar hatırladım onu. Eski sevgilisi Jack Nicholson ile tekrar karşılaştıklarında birbirlerine sarılıp ağlamaları aklıma geldi. Anjelica Huston’un son fotoğraflarına da baktım. Yaşlanmanın iyi bir şey olmadığı bariz. Bu yüzden onlar yerine bana onu hatırladığım biçimde gösteren bir fotoğrafını seçtim.

        SIMPSON DİYETİ

        HOMER Simpson’un hayat tarzına ve yediklerine bakarsak onun adının diyet kavramıyla bir arada kullanılması tuhaf gelecektir.

        Ancak bu da olmuş. Birileri “Simpson diyeti” diye bir şey çıkarmışlar ve bu tamamen sağlıksız beslenmeye, dekadan hazlara dayanıyormuş.

        Zayıflayalım, sağlıklı beslenelim trendine karşı bir tepki olacağı kesindi ve bu da Simpson diyeti ile ortaya çıktı bence.

        Bu diyete sabah kahvaltısı için önerdikleri aşırı yağlı hambugerin bile tek başına kalp hastalıklarına yol açabileceği söyleniyor.

        Diğer Yazılar