Büyük anlatıların sonu ve Türkiye'de başkanlık
Türkiye’de 20’nci yüzyıl gerçek anlamıyla geçen hafta sona erdi ve ülkemiz nihayet 21’inci yüzyıla girebildi.
Karşılıklı çıkarlara uygun ve rasyonel makulü arayan dış politikaya yöneleceğimiz kararların alındığı geçen hafta, Türkiye açısından bir dönüm noktasıdır. Bundan sonra başkanlık sistemini gerçekten konuşma şartları oluşmuştur.
İlk önce 20’nci yüzyılın gerçek anlamıyla bitmesinden neyi kastettiğimi anlatmalıyım ki bunu başkanlık sistemine nasıl bağladığımı da açıklayabileyim.
ÇIKARLARA UYGUN GERÇEKÇİLİK
20’nci yüzyıl bence “büyük anlatıların” hüküm sürdüğü yüzyıldı. Devletlerin ve bireylerin hayatına yön veren büyük anlatılar, büyük ideolojiler hep 20’nci yüzyıl içerisinde formüle edildi.
İç siyasetler, dış politikalar hep bu büyük ideolojiler doğrultusunda yürütülüyordu. Geçen haftaya kadar biz de böyleydik. Ama 20’nci yüzyılın sonuna doğru ve 21’inci yüzyılın başlarında bu büyük anlatılar ve büyük ideolojilerin tek tek çöktüğü anlaşıldı ve yerine “karşılıklı çıkarlara uygun gerçekçilik” geldi. Biraz geç de olsa biz de bunu nihayet anlamaya başladık
Bir anlamda “Prens” kitabının yazarı Machiavelli’nin ruhu, global düzenin üzerinde dolaşmaya başladı.
GÜÇLÜ LİDERLERİN YÜZYILI
Büyük anlatıların, büyük ideolojilerin sonuna gelindiğinin ortaya çıkmasıyla birlikte parlamenter demokrasi kavramı da krize girdi. Her biri farklı büyük anlatının temsilcisi partilerle oluşan parlamenter sistemler, anlatıların sonuna gelinmesiyle kurumsal krizini de yaşamaya başladı.
Global sistemde başarılı olan devletler, kendi güçlü gerçekçi iradelerini yaratabilen, parlamenter demokrasinin tıkanmalarının getirdiği tuzaklara düşmeyen ülkeler oldu.
“21’inci yüzyıl, güçlü liderlerin yüzyılı olacak.” Global sistemin her yerinde bu trend net ve güçlü biçimde görülebiliyor.
BAŞKANLIK ZORUNLULUKTUR
Türkiye’de de bize bir anda çağ atlatan son dış politika yönelimlerine bakınca, ancak başkanlık sisteminde güçlü bir liderin atabileceği türde hızlı ve gerçekçi dönüşümlerin ne kadar önemli olabileceğini gördük.
Bu global dünyada bir ülke, her şeyi kavrayıcı iddiasında olan bir büyük ideolojinin esiri değilse, o büyük anlatının sınırları dışına çıkabiliyorsa, yani “rasyonel ve makul gerçekçi politikayı” hızlı ve anlamlı biçimde yürürlüğe koyabiliyorsa ancak o zaman güçlü bir şekilde var olabiliyor.
Bu tür dönüşümleri ideolojilerin esiri olmadan ve gerektiği gibi yapabilmek, sadece başkanlık sistemlerinde mümkündür. Ayrıca Türkiye gibi çalkantıların tam da ortasında olan bir ülkeyi global şartların gerektirdiği makul gerçekçiliğe uygun yönetebilmek de başkanlık sistemiyle mümkündür.
MÜSLÜMAN ÜLKELERİN ÖNÜNDEKİ TUZAK
Büyük anlatıların geçtiğimiz yüzyılda kaldığı, onların yerini “global şartların gerektirdiği güçlü liderlerle yürütülen rasyonel, makul gerçekçi” politikaların aldığı günümüzde Müslüman ülkelerin önünde bir tuzak var. Ülkemizi de bu tuzağa düşmekten korumak ve global düzende güçlü, hak ettiği yeri alabilmiş bir Türkiye’ye ulaşmak için bu tuzağı da tartışmak zorundayız.
Şartların değiştiği günümüzde büyük anlatılardan bir tanesinde ısrar edip bununla global dünyada var olmaya çalışmak, o ülkeyi felakete sürükleyebilir.
FORMÜL ZATEN VAR
İslami atıflı bir büyük anlatıda ısrar ederek bir ülkeyi yönetmeye çalışmak da, benzer tüm anlatıların çöktüğü ve yerine neyin gelmesinin gerektiğinin bilindiği bir dünyada ülkenin yenilmesi, global hiyerarşiden silinmesi anlamına gelecek.
Ortadoğu bölgesinde varlığını buna benzer büyük anlatılarla sürdürmeye çalışan Müslüman ülkeler, bir şekilde bu durumdan çıkmak için sancılı ve sonucu belirsiz bazı adımlar atmaya çalışıyorlar. Bu konuda dünyanın beklediği formülü zaten bulmuş, sırrı bilen bir Türkiye, dini ağırlıklı bir söylemle global şartlarda var olmakta ısrar ettiği takdirde elimizde bulunan çok güçlü bir ülke olma potansiyelini kaybedeceğiz.
“Dini ağırlıklı bir söylem yerine ülkeyi rasyonel, makul gerçekçilikle yönetmek gerekiyor” derken tabii ki inancın toplumdaki ve bazı hayatlardaki önemini azaltmak gerektiğinden bahsetmiyorum. Aksine tüm Müslüman ülkelerin, inanç ile rasyonel, makul gerçekçi yaklaşımlar arasında bir senteze gitmesi ve ortaya yeni formüller çıkarmasını söylüyorum.
TÜRKİYE NEDEN ÖNEMLİ?
Türkiye dışında hiçbir ülkenin bunu gerçekleştirme şansı yoktur.
Geçen hafta rasyonel, makul gerçekçi politikalara dönüleceği yolunda çok önemli işaretler veren Türkiye’nin, bu zor işi de başaracağından, ülkeyi lider ve bir rol modeli haline getireceğinden şüphem yok.
Bunu Türkiye başaracak; çünkü elimizde zaten bu işin formülü var. Türkiye seküler, modern, özgürlükçü, demokratik bir Müslüman ülke olabilecek güce, özelliklere ve deneyime sahip tek ülkedir.
Sıradan insanların zaten gündelik yaşamlarında hayata geçirdiği ve hepimizin genlerine işlemiş olan bu özellikler Türkiye’nin yönetilme sistemine de aktarıldığında, bu ülke ve onun lideri gerçekten bu çağa damgasını vurmaya başlayacaktır.
Bu zor işi eğer istediği takdirde bir tek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başarabileceğine inanıyorum.