İç barış
Dışarıda kırgın olduklarımızla barışma sürecinden sonra “kendi içimizde de barışı sağlasak” düşüncesi tartışılıyor bu barışı isteyenler ve istemeyenlerce. Ülkesini düşünen ve iç barış ve huzuru isteyen her insan öneri ilk kimden gelirse gelsin, kim neden karşı çıkarsa çıksın, eğer bu konuda bir fikri varsa, barış sürecine bir katkısı olacaksa bunu bugün mutlaka yapmalı.
Ben 30 yıllık yazarlık serüvenimi farklılıklarımızda anlaşmak, makulde bileşmek ve sonucunda iç huzuru bulmanın bitmek tükenmek bilmeyen arayışı olarak özetlediğimden, bu konuda söz söylemenin bana bir hak verdiğini düşündüm.
KÜLTÜRSÜZ TÜRKİYE
İngiltere’nin büyük Marksist düşünürü Raymond Williams, kültürü, “Ortak, paylaşılan yaşam biçimi” olarak tanımlamıştı.
Bu açıdan bakılırsa Türkiye şu anda had safhada kültürsüz bir ülke.
Ortak, paylaşılan hayat biçimimiz olmadığı gibi eskiden olanlar da parçalanıyor şu anda.
Bunun başına geldiği her ülkenin geleceği vahimdir. Türkiye’de de bu geleceğin ayak sesleri şimdiden duyulmaya başlandı. Makulü aramanın toplum yaşamından tamamen çıkması, irrasyonalizmin yükselişe geçmesi, önemli olabilecek hiçbir konuda diyalog açmaya niyet olmaması, vasatın hayatın her alanını karartması, bilgili, birikimli, kültürlü insanların derin bir yalnızlığa, karamsarlığa ve umutsuzluğa itilmiş olması hep bu kaçınılmaz vahim sonun göstergeleridirler.
KÜLTÜRÜ YARATMAK
Türkiye’nin bu gidişatı durduracak potansiyeli, gücü hâlâ daha vardır.
Türkiye, Wiliams’ın tarifinin izinden gidip, kendisine özel hayat tarzını hatırlayıp, bunu ortak paylaşılabilen tarz olarak kurup bunun üzerine kültürünü inşa etmelidir.
Bu köşe başladığından bu yana hiç yazmadıysam 100 defa yazmış olmalıyım ama yine tekrar etmek zorundayım: Türkiye bu dünyadaki ilk ve tek modern, seküler, demokratik, Müslüman ülkedir.
Tüm dünya “Acaba bu mümkün olabilir mi, bu başarılabilir mi?” diye düşünürken Türkiye kendi içinde bunu başarmış ve bunun kültürünü de yaratmıştı.
Tekrar yazayım: MODERN, SEKÜLER, DEMOKRATİK, MÜSLÜMAN.
Türkiye ancak bu unsurların her biri bir arada olabildiği, bir arada düzgün tutulabildiği anda iç huzuru olan güçlü bir ülke olarak var olabiliyor.
Ancak bu 4 unsurdan sadece birini alıp bunu diğerlerini harcayarak öne çıkarma girişimi olduğu zaman Türkiye geriliyor, güçsüzleşiyor, önemi kayboluyor.
Örneğin sekülerlik boyutuna diğerleri harcanarak sahip çıkıldığında Türkiye, Türkiye olmaktan çıktı.
Keza Müslümanlık unsuruna da diğerlerini harcayarak sahip çıkılırsa Türkiye yine Türkiye olmaktan çıkacak ve elimizdeki büyük potansiyeli, gücü kaybedeceğiz; sıradanlaşacak önemsizleşeceğiz. O zaman dünya liginde küme düşeceğiz.
Bugün bizlerin iç huzura kavuşabilmemizin tek yolu, bizi tek ve biricik yapan 4 unsurlu yani modern, seküler, demokratik, Müslüman unsurlu toplumsal anlaşmamıza tekrar imzalarımızı atmak ve anlaşmazlıklarımızda, farkılıklarımızda anlaşmaya dayalı makul bir paylaşılan hayat tarzını oluşturmaktır.
SÖZCÜ GAZETESİ’NİN İÇ BARIŞ YAYIN POLİTİKASI
Bize özel kültürümüzü, ortak paylaşılan hayat tarzımızı kurabilmemiz, diyaloğa ve taraflar arası geçişlere yani bir taraftan ötekine geçişe değilse bile o taraftakilerle ortada, makul bir yerde buluşma ve birlikte devam etme arzusunun olmasına dayanıyor.
Türkiye’nin bugün en çok ihtiyacı olan şey makulde buluşmak, paylaşılan hayat tarzımızı yaratmak, kültürlü olmak olduğu halde bunun gerçekleşmemesi için, neredeyse bilinçli kötülük yapmak için çalışan taraflar sayesinde bu olmuyor.
Bu dediğimi biraz somutlamak için medya dünyamızdan örnek vereceğim. Bir tarafta yandaş olarak nitelenen yayınlar var, öteki tarafta da Sözcü Gazetesi bulunuyor.
Bir tarafta Erdoğan’a mutlak bağlılık var. Makulü aramayı, makulü bulmak için yapıcı eleştiriyi tamamen bir tarafa bırakabilip bu bağlılıklarını sürdürüyorlar. Öte tarafta bitip tükenmek bilmeyen bir Erdoğan nefreti ve düşmanlığı var. Onlar da makulü bulmak için yapıcı eleştiriyi tamamen bir tarafa bırakabilip bu tavırlarını sürdürüyorlar.
Sözcü Gazetesi’nin tirajını daha fazla artırmak gibi bir amacı olamaz, çünkü Türkiye’de muhalif olanların oyu belli, gücü de belli, sayıları ne azalıyor ne de artıyor. Onlara hitap eden bir gazetenin güç sınırları da belli ve Sözcü de buna çoktan ulaşmış durumda.
Daha da fazla büyüyemeyeceklerine göre amaçlarının nefreti pekiştirmek olması gerekiyor. Yayın politikalarından çıkarılabilecek tek sonuç bu.
Yandaş medyanın da boyu, gücü belli; daha fazla büyüyemiyorlar, kaliteleri de artamıyor. Onların da yayın politikalarına bakınca onların da amacının karşı tarafa yönelik nefreti pekiştirmek olduğu açıkça gözüküyor.
Hepimizin önyargılarımızdan kurtulup makulde buluşmak, paylaşacağımız ortak hayat tarzını kurmak için bu kadar diyaloğa ihtiyacımız varken bu tür yayınlar ülkeye büyük zarar veriyor.
ERDOĞAN’IN BAŞKANLIĞININ BAŞARISI DA BUNA BAĞLI
Eğer başkanlık sistemi üzerine anlaşacaksak ve eğer ilk başkanımız Erdoğan olacaksa. o zaman onun bu başkanlıkta başarılı olabilmesinin yolu da modern, seküler, demokratik, Müslüman ülke formülü üzerine dayalı makul, ortak paylaşılan hayat tarzlı bir ülke olmamızdan geçiyor. Başkanlık sisteminin başarılı olabilmesi ve Türkiye’yi dünya liginde hak ettiği yere taşıyabilmesi için Erdoğan’ın sadece kendisi gibi düşünenlerin başkanı olması yetmeyecek, “öteki” lerin de başkanı olması gerekecek. Seküler olanlar da başkana bir şekilde, en azından ülke çıkarlarını ilgilendiren konularda destek vermezlerse o sistemin yürümesi de imkânsız olacaktır. Bu desteğin olabilmesi için de yukarda anlatığım formüle göre ortak hayat tarzımızı, kültürümüzü oluşturmuş olmamız gerekiyor.