Dağkapı ruhu
Devlet doğru bir karar vererek Yenikapı’da sergilenen birlik ve beraberlik ruhunu Doğu ve Güneydoğu’da da sergilemeye girişti.
Bu doğru bir karardır; çünkü 15 Temmuz’dan sonra doğan yeni ruhun ülkenin sadece batısında kalıyormuş gibi bir izlenim verilmesi hem hayati sonuçlar doğuracak düzeyde yanlış bir gelişme olurdu, hem de FETÖ’cü darbecilerin ülkeyi bölmeye, karıştırmaya yönelik hedeflerine istemeden de olsa yardımcı olunabilirdi.
Doğu ve Güneydoğu bölgelerini içine alacak bir Dağkapı ruhu oluşturulması fikri hem makul hem de uzun vadeli güzel bir strateji ürünüdür.
Konuyla ilgili haberlere göre AK Parti, bu ruhun sergileneceği mitinglere CHP ve MHP’yi de davet edecekmiş.
Yenikapı öncesinde de dediğimiz gibi bu durum yeni Türkiye ruhuna ve ülkemizin yeni yönüne uygun olan tavrın yeniden sergilenmesi demektir ve bu yüzden de gönülden desteklenmelidir.
HDP’NİN DIŞLANMASI DOĞRU MU?
Tüm bu gelişmelere ve oluşan denklemlere baktığımızda yaratılmak istenen Dağkapı ruhunda önemli bir boyutun eksik olduğu göze çarpıyor.
Doğrusu bu eksiklik Yenikapı’da da göze çarpıyordu, ama konu Doğu ve Güneydoğu olunca eksiklik daha da çarpıcı şekilde ortaya çıkıyor.
Bence artık “Bu tür süreçlerden HDP’nin dışlanması doğru mu?” sorusunun sorulmasının vakti gelmiş gibi görünmektedir.
15 Temmuz gecesi Meclis bombalanırken tüm partilerle birlikte dayanışma ve milli duruşa katılım sergileyen HDP’ye yönelik devletin zirvesinde bir kırgınlık ve kızgınlık var gibi görünmektedir.
Bunun nedeni de barizdir ve anlayışla karşılamak gerekiyor.
HDP, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir siyasi partisi olarak demokratik süreçlere katılımı tam olması ve terör örgütüyle arasına artan bir şekilde mesafe koyması gereken bir parti olmalıydı, ama bu mesafe ne yazık ki istenilen düzeyde konulmamış gibidir.
Bu da devletin kızgınlığını artırmaktadır doğal olarak.
Ancak devletler uzun vadeli kararlarını, stratejilerini bu tür kızgınlıklarla oluşturamazlar, bu kırgınlıklara da katiyen teslim olmamalıdırlar.
Hepimiz biliyoruz, bugün Türkiye ciddi bir tehlikeden geçmiş ve geçmektedir.
Özellikle bugün tüm siyasi partilerin milli duruş ve yeni ruhun arkasında durmaları, tüm demokratik süreçlerin içinde güçlü bir şekilde yer almaları gereklidir.
BİZİM GİBİ ÜLKELERDE
Bir de şu da var: Bizim gibi demokratik ülkelerde, bizdeki PKK’ya benzeyen terör örgütlerinin olduğu durumlarda, eğer bu terör örgütünün bağlantılı olduğu bir siyasi parti varsa o ülkedeki devlet bunu bir dezavantaj, bir kızgınlık kaynağı olarak konumlandırmaz.
Aksine bunu bir avantaja dönüştürerek terör örgütünün siyasi süreçler içine çekilip nihai olarak onunla bir diyalog açılmasının yolu olarak konumlandırır bunu.
İngiltere, İspanya bunu yapmıştır.
Bizim de “Gelişen bir demokrasi olarak bu tür rasyonel bir yolu izlememizle bir açılım sağlanır” belki diye de düşünülebilir.
Türkiye de HDP’nin varlığını, bir demokratik sistem zenginliği, masum Kürt vatandaşlarımızın sesini duyurma yolu olarak görmeli ve onun PKK bağlantılarına odaklanmak yerine bu bağlantıları devlet stratejisinin uzun vadeli sonuçları için kullanmalıdır.
FETÖ’NÜN BAŞARISI!
Evet, Türk milleti karşısında yenildiler.
Korkunç hedeflerine varamadılar.
Örgüt dağıtıldı, çetebaşı da alınmak üzere.
Ama hepimiz gözden kaçırıyor olabiliriz.
FETÖ’nün bir de korkunç başarısı oldu; hayal bile edemeyeceğimiz, aklımıza bile gelmeyecek bir konuda başarıya ulaştılar.
Biz kendi zaferimizin sarhoşluğu içinde bunu gözden kaçırdık.
Onlar bu boşluktan yararlanarak gizli hedeflerine ulaştılar.
15 Temmuz’dan sonra Türkiye Cumhuriyeti içinde Türk-Kürt, Sünni-Alevi hiçbirimizin hayal edemeyeceği bir olay gerçekleşti.
Ertuğrul Özkök ile Emin Çölaşan hayatlarında ilk ve büyük ihtimalle son kez bir konuda anlaştılar.
Hem de aynı günde anlaştılar.
İkisi de “Babamı FETÖ öldürmüş olabilir” diyen Ahmet Özal’a “Saçmalamayı bırak” diyerek tarih yazdılar.