Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Özellikle Batı âleminde sergilenen Türkiye aleyhine önyargılı tavırlardan artık tiksinmeye başladım.

        Bunun resmi bir tavırdan kaynaklandığını, sadece o ülkelerin Türkiye politikasından ibaret olduğunu sanmayın.

        Mesele çok daha derinde ve bu yüzden bu önyargının çözülmesi çok daha zor.

        Sorun sadece resmi politikalardan kaynaklansaydı işimiz kolaydı. Diplomatik girişimlerle orta vadede sorun çözülebilirdi.

        Ancak Türkiye’ye karşı olumsuz önyargılar o toplumların gündelik hayatlarına yayılmış durumda, Türkiye önyargısı içselleşmiş durumda Batı âleminde.

        Gündelik konuşmalarda, günün olaylarının tartışıldığı mekânlarda ve popüler kültür ürünlerinde bu önyargıyı görmek mümkün.

        Ne demek istediğimi şimdi anlatacağım. Daha sonra bu işi nasıl çözümleriz, bunu da konuşalım istiyorum.

        HAYATTA KALMAK İÇİN SEÇİLEN

        Netflix’te seyrettiğim Designated Survivor adlı bir dizi var. Bahsettiğim Türkiye karşıtı önyargılı tavır bu dizide öylesine barizdi ki bu yüzden konusunu özetledikten sonra esas meseleye gireceğim.

        Amerika’nın devlet geleneğinde, başkanların yılda bir kez kongreye gelip ülkenin durumu hakkında (state of the nation) konuşma yapma zorunluluğu vardır. Bu konuşmayı devletin tüm önemli insanları yüksek yargı, kongre üyeleri birlikte dinlerler.

        Buraya o gece yapılacak tek bir saldırıyla Amerikan devletinin tümünü kökten yok etmek mümkündür.

        Dizinin yapımcıları da bunu düşünüp diziyi bu kavram üzerine kurmuşlar.

        Buna göre sadece o gece için devlet yapısından tek bir yetkili, bir saldırı olması durumunda hayatta kalmak için “seçilmiş kişi” oluyormuş (designated survivor). Başkanın konuşmasını izlemek için davetli olduğu halde onun gitmesi engelleniyor ve korumalı bir alanda tutuluyor. Bu kişi devlet içinden olsa dahi devlet adamlığı tecrübesi fazla olmayanlar arasından seçiliyor. Çünkü o gece aslında devletin işleri konuşulduğundan tecrübelilerin orada olması gerekiyor. Çok iyi korunan o mekâna bir saldırı yapılması da mümkün görülmediğinden sıradan bir kişi seçiliyor hayatta kalması gereken kişi olarak.

        Eğer bir saldırı olursa ve başkan da dahil tüm devlet yapısı yok edilirse o kişi otomatikman başkan oluyor ve devleti yeniden kurup işletmek görevi ona veriliyor.

        GELELİM O ANA...

        Evet, tahmin ettiğiniz gibi dizinin başında bir saldırıyla devlet toptan yok oluyor ve kabinede önemsiz bir görevi bulunan “seçilmiş kişi” başkanlığa yükseliyor.

        Yeni başkanı, “24” adlı dizideki Jack Bauer tiplemesinden tanıdığımız Kiefer Sutherland oynuyor.

        Dizinin ilerleyen bölümlerinde bir sahnede, yeni başkan Florida’ya inmiş olan Suriyeli göçmenlerin taşındığı uçak hakkında eyaletin valisiyle tartışıyor. Vali o insanların arasında potansiyel teröristler olabileceğini, eyalet halkının bundan korktuğunu ve bu yüzden vali olarak bunların uçaktan inmesine izin vermeyeceğini söylüyor ve devam ediyor: “Onları Amerika dışında istediğiniz yere gönderin; isterseniz İstanbul’a gönderin, beni alakadar etmez.”

        Bunun üzerine yeni başkan itiraz ediyor ve o insanların masum olduklarını onların da yaşam hakları olduğunu söylüyor.

        Bunun üzerine vali, “Masum görünen insanlar dünyanın birçok şehrinde terör eylemi yaptılar” dedikten sonra başta Paris olmak üzere birçok şehir sayıyor.

        Saydığı şehirler arasında İstanbul tabii ki yok.

        Ben bunu seyrettiğim zaman elimde olmadan “Çüş!” deyiverdim. Senarist biraz önce valiye göçmenlerin gönderilebileceği yer olarak İstanbul’u söyletebiliyordu, ama terör eyleminin hedefi olan şehirler listesini sıralatırken İstanbul’un adını anmıyordu.

        Bu sadece dizilerde ortaya çıkan önyargılı tavır değil.

        Havalarından yanlarına varılmayan meşhur akşam haberleri sunucuları da bunu yapabiliyor. Global terör tartışılırken kurbanlar arasında Türkiye unutulabiliyor.

        Haksız bir şekilde “İlerde terörist olabilirler” diye damgalanan insanları alması için Türkiye uygun görülürken terörden çeken ülkeler arasında Türkiye’nin adının anılması uygun görülmüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu tavra ne kadar kızsa haklı.

        Bu tavır inanılacak bir şey değil ve gayet tabii ki de tiksindirici.

        NASIL ÇÖZERİZ?

        Bu sorunu çözmemiz gerekiyor. “Ne düşünürlerse düşünsünler, bana ne!” diyemeyeceğimiz boyutta bir iş bu ve sonunda zararı da bize çıkıyor.

        Bu Türkiye algısı neden oluştu ona bakıp gerekeni yapmamız lazım.

        Haydi diyelim onlar ırkçı faşist ve İslamofobik; tamam bunlar da doğru.

        Ben onları nasıl çözebileceğimiz hakkında bir şey söyleyemem. Bu, oradaki gazeteci arkadaşların işi. Ben sadece Türkiye hakkında düşünce üretebilirim ve konuşabilirim.

        Eğer bu algının oluşmasında biraz da bizim suçumuz varsa bunun nedenini bulup hem devlet hem de medya olarak gerekeni yapıp düzeltmemiz gerekiyor.

        Birkaç gün önce de yazdım, tüm sorunların temelinde, en derinde Türkiye’nin son yıllarda Ortadoğu’da mezhepçi politikaların üzerinde yer alıyormuş algısı verememesi var.

        Ben kendi tavrımı yıllardır yazıyorum: Türkiye’nin global büyük devlet olarak algılanması ve hak ettiği saygıyı görmesi için modern, özgürlükçü, demoktratik ve seküler Müslüman devlet olması ve bölgedeki ideolojik kavgaların hep üstünde kalarak bir ağabey gibi davranması gerekiyor.

        Bu vesileyle de aynı düşüncemi tekrardan yazdığımın farkındayım, ama bu çok önemli olduğundan ne kadar tekrar edilirse edilsin belki o zaman üzerinde tartışılır diye umuyorum.

        Türkiye bugün bir dönüm noktasında. Bölgemiz de öyle. Bölgemizde birçok şey değişecek ve biz de dış politilkamızı tekrardan düşünmek ve kendimizi yenilemek zorunda kalacağız. Bu yüzden ben de naçizane katkımı yapayım dedim, düşünce sürecine.

        TRUMP O VALİ GİBİ

        Dizide neyse ki o valinin karşısında insan haklarına saygılı olan bir başkan vardı. Ama gerçek yaşamda şimdi Amerika’da ocak ayının 20’sinde resmen göreve başlayacak olan Donald Trump o vali gibi düşünüyor, hayat ve insanlar hakkında. Açıkçası bu bir tehlike. Biz de bu tehlike karşısında pozisyonumuzu iyi düşünmek ve ayağımızı yere sağlam basmak zorundayız.

        Diğer Yazılar