Sakin bir yaşam
Çözmesi gereken baş sorununun Türkiye’de sakin yaşamayı gerçekleştirmek olan bir insanın hayatının çok kolay geçmesi düşünülemez gayet tabii ki.
Seçmiş olduğum bu hayat tarzının yarattığı olağanüstü zorluklar bir yana, ben bir taraftan da babamı dinlemek zorundayım.
“Kendine beni örnek al, benim gibi sakin ol” diye tavsiyede bulunuyor babam.
Kendi yaptığı hesaba göre içmeye başladığından bu yana 20 tona yakın rakı içmiş babam.
90 yaşında ve üstelik check up’a gittiği doktor, onun için “17 yaşındaki bir insanın iç organlarına sahip, galiba babanızın hiç kötü alışkanlığı yok” dedi.
Ben de ona, “Doktor bey, babam sadece kötü alışkanlıktan oluşan bir insan, iyi alışkanlığı yok bile” dedim.
Dediğim gibi 20 tona yakın rakı içti ve Türkiye’nin tütün üretiminin ve bir bölüm ithal tütününün de onun vücudunda olması gerekiyor.
“Tüm bunlara rağmen sıhhati böyleyse babamı belki sirklerde, panayırlarda ucube olarak sergileyip biraz para kazanabilirim” dedim.
Para sorunlarım yerçekiminden kurtulmuşçasına yükseliyor, dolayısıyla bunun hâlâ iyi bir fikir olduğunu düşünüyorum.
SİZE BABA DİYEBİLİR MİYİM?
“Ben de babam gibi genlere sahip olsaydım onu gibi sakin olabilirdim” diye düşünüyorum.
Annem iyi ki hayatta değil; çünkü olsaydı ona şu acı soruyu sormak zorunda kalacaktım:
“Anne bana gerçeği söyle, benim babam kim?”
Çünkü ondaki genlerin bir tanesinin bile bende bulunmaması son derece tuhaf.
Sakin olma tavsiyeleri verirken babam sadece kendini değil dedemi de örnek veriyor.
Onun, babamın gerçek babası olduğu kesin, onda hiç kuşku yok; çünkü dedem babamdan bile fazla rakı içmişti.
“Tavuğu elleriyle öldürmek zorunda kaldığı gün deden yine sakin kalmayı başarmıştı. Onu kendine örnek al” da diyor babam.
HACETTEPE’DE BİR TAVUK
O olay şöyle gelişmişti: Ankara’nın Hacettepe semtinde yaşıyordu ailem.
Yan komşumuzun tavuğu sürekli bahçemize dalıp dedemin yetiştirdiği çiçekleri kırıyor veya yiyordu.
Dedem, birkaç defa komşuyu uyardı.
Uyarmasına rağmen tavuk yine bahçeye girince dedem gidip tavuğun kafasını elleriyle koparmış.
Mahallede tavuğun başsız biçimde bir süre sokakta dolaştığı anlatılır.
O günden sonra Ankara’da hiç kimse dedeme kabadayılık yapamadı.
Tavuğun başını kopardıktan sonra dedemin köşesinde sakin biçimde oturup olmayan bıyığını sıvazlar gibi yaparken bir de rakı içtiğini anlatırdı babaannem.
Bu hikâyeyi dinlerken babamın gerçekten de benim babam olabileceği kuşkusu belirdi içimde.
Çünkü dedem deliydi, babam da keza öyle. Eh beni sorarsanız dedem kadar olmasa bile fena sayılmam diyebilirim, yani bir genetik süreklilik söz konusu.
HER ŞEY İYİ OLSA BİLE
“Ne yani, dedem gibi sakin olabilmek için illa bir cinayet mi işlemem gerekiyor?” diye sordum babama, ama henüz bir cevap alamadım.
Çok nadiren de olsa bazen işler iyi gidiyor gibi oluyor.
O günlerden tipik bir günü anlatırsam neden aslında imkânsız bir işe girişmiş olduğumu sanırım anlarsınız.
Olağanüstü bir gündeyim...
Aç değilim, açıkta değilim, vücudumda ölümcül bir hastalık o anda yok, yani işler yolunda gibi.
Hatta o gün benden alacağı olan bir insan bile yok.
Nadiren rastlanabilecek bir gündeyim yani.
Tam “Belki bu gece azıcık rahat ederim” diye düşünürken buzdolabının motoru patladı.
“Sık elektrik kesilmeleri durumunda bu olabiliyor” dediler.
Bir olayın makul açıklamasının olması, o olayı katlanabilir kılmıyor tabii ki.
Sonra hemen hemen aynı zamanda oturma odasının tavanı akmaya başladı.
ÜÇÜNCÜSÜ DE GELDİ
Site yönetimi, “Bu durumda yüzlerce ev daha var” dedi.
“Yaşasın, sadece ben değilmişim bu durumda olan, ne güzel” mi demem gerekiyor yani?
Diğer insanlarda da aynı sorunun olması beni mutlu etmiyor, hatta daha da mutsuz ettiği bile söylenebilir.
Koltuğumda aniden kafama su damladı, baktığımda tavanın hayaletli ev filmlerindeki gibi kabarmış olduğunu gördüm. Tek bir felaket bile benim için tahammül edilir değilken ikisi bir arada intihar nedeniydi.
Sonra gelişen olayın olumsuz yanlarının yanı sıra iyi yanları da vardı.
Elektrikler de kesildi.
Bunun iyi yanı, artık televizyon seyredemememdi.
Kötü yanı ise buzdolabındaki yiyecekleri karanlıkta balkona taşımak zorunda olmamdı.
Onların çoğunu daha sonra karanlıkta köpeğim Basri yedi. Diğer iyi yanı da kabarmış tavanı artık göremememdi. Karanlıkta tavan sanki normalmiş gibi görünüyordu.