Otobüste yanımdaki...
Yayın yönetmenim Selçuk Tepeli ve yazı işlerindeki suç arkadaşları tarafından aleyhimde kurulan komplo sonucunda haftada en azından iki kez ölümden dönmek zorundayım.
Bunu yeni gerçeğim olarak kabul ettim.
Haftada en azından iki kez, New York şehrinde ne kadar akıl hastası, katil, manyak varsa onlarla, New York’tan Washington’a transfer etmek için kullanıldığıma inandığım bir otobüste beş saat geçirmek zorunda kalıyorum.
Üstelik aramızdaki saat farkı nedeniyle bunu İstanbul’daki yazı işleri benim otobüse binmeden önce gönderdiğim haberleri gazeteye koymama kararı verirken ve bu nedenle onlar eğlenirken yapmak zorundayım.
Bütün bu acıları yaşarken üstüne üstlük bir de Amerikan kapitalizminin biz sıradan insanlara yönelik büyük komplosunu da keşfetmiş durumdayım.
Bu ülkedeki kapitalizmin temel prensibi bizlere acı çektirmek ve katiyen rahat etmememizi sağlamak üzerine kurulmuş durumda. Kazayla bir an rahat filan edecek olsak da bunu da hemen bozmak zorundalar.
Örneğin tren istasyonunun bulunduğu yerden otobüs durağının bulunduğu yere gideceğim tamam mı? Metroda ezbere bildiğim bir yol bu. Tek durak üstelik, ama saat sabaha karşı iki civarı olduğundan ve acımasız kapitalizmin kurallarına göre bu saatte sokakta olanlar insan sayılmadığından trenlerin yönü değişebiliyor ve bunu da bize haber vermeye lüzum görmeyebiliyorlar.
Ben her zamanki platformdan trenime bindim ve bir durak sonra gideceğim yere gelmeyi beklerken başka şeyler oldu.
Yine bir durak sonra indim ama etrafta bir tuhaflık vardı. Nedense bu durakta sadece Çinliler bulunuyordu. Bir zaman tünelinde Manhattan’dan girip Çin’den çıkmış gibi hissettim kendimi. Amerika’nın göbeğinde bir tren istasyonunda bu kadar fazla Çinli olması hem garip hem de anlamsızdı.
Sonra durum anlaşıldı; bize haber verilmeden tren yönleri değiştirildiğinden adada yukarı değil de aşağıya gitmişim ve Çin Mahallesi’nde inmişim. Prensip olarak Çinlilerden fazla hoşlanmazken bir de onların Çin’den sonra en kalabalık olarak bulundukları bir yerde sabaha karşı iki buçukta kalmış olmak son derece sevimsizdi.
ÜZERİME TUHAF BİR SAKİNLİK ÇÖKTÜ
Sonra hesapladım saat farkı yüzünden o saatte Türkiye’de arkadaşlar ilk toplantılarına başlamış ve benim haberlerimi gazeteye nasıl almayacaklarını konuşmuş olmalılar diye düşündüm. Bu düşünce sabahın köründe Çin mahallesinde bana nedense garip bir sakinlik verdi. Durumumdaki her şey ama her şey son derece anormal olmasına rağmen bu düşünce bana “Korkma her şey aslında normal. Bak hayat devam ediyor; sen haberini geçiyorsun onlar da haberi koymuyorlar her şey yolunda ve rutin seyrinde” diye düşünüp sakinleşmeme neden oldu. Teşekkürler yazı işleri, teşekkürler Selçuk Tepeli size çok şey borçluyum. Bu borçlarımı bizzat ödemek için Türkiye’ye ziyaretinize gelmeyi bile düşünüyorum.
Çin Mahallesi’nden ender de olsa sağ salim çıkış var ve insan belki hayatta kalarak bunu becerebilir de bunun için trenin vaktinde gelmesi gerekiyor. Yoksa otobüsümü kaçırmamak için 60 kilometrecik kadar yürümem gerekecekti.
Neyse iç bayıltıcı Çinli evsizlerin bulunduğu istasyonda yine aynen iç bayıltıcı olan ve ortama hiç uymayacak kadar insana sakinlik verme amaçlı bir müziği sokak çalgıcısından dinleyerek o istasyonda bir saatçiğine tren beklemek zorunda kaldım.
Bu sefer tren nasıl olduysa gitmesi gerektiği yöne gitti ve ben her an otobüsü kaçırma ihtimalim olduğu bir saatte New York Times binasının karşısında bulunan otobüs durağına girdim.
KOMPLO DEVREYE GİRDİ
İşte bu aşamada kapitalizmin acımasız komplosu devreye giriyor.
Amerika’da her şeyin boyu büyük olmak zorunda. Patlamış mısır kutusu da büyük, basit bir hamburger istiyorsunuz size ağzınıza sığmasına mantıken imkân olmayan bir şekilde kurgulanmış bir malzeme yığını veriyorlar. Otobüs durağı da zaten anlamsız derecede büyük olan Pentagon binasının on misli kadar filandı.
Ve ABD kapitalizminin niteliği gereği kapısında hangi otobüsün nerden kalktığı yolunda hiçbir bilgi yoktu. Danışma noktalarında gayet tabii ki görevli bulunmuyordu ve siz o acımasız saatte otobüsünüzü bulmak için 60 kilometrelik yürüyüşünüzü yapmak zorunda kalıyordunuz.
Sonunda kalkış terminalini tespit ettim. Binmeden önce bari bir tuvalete gireyim dedim. Girer girmez de pişman oldum ama pişmanlık için çok geçti artık.
Bir adam el yıkama musluğuna kan kusmaktaydı. Yanındaki adamın “Haydi hemen seni acil servise götürelim” önerisine adam “Niye gidecekmişim, ne diyeceklerini zaten biliyorum, AIDS’ten ölmekte olduğumu söyleyecekler” dedi ve ben o tuvaletten işimi yaptıktan sonra elimi artık yıkamam imkânsız hale geldiğinden hemen çıktım ve tuvaletimi tutarak beş saatçik daha geçirdim. Washington’a vardığımda “Selçuk haberlerimi kesin koymama kararı vermiştir nasıl olsa” diyerek yine sakinleştim.
Bu arada yazımın başlığındaki olayı anlatmama da yer kalmadı. Bu yazı William Faulkner’ın bilinç akışı yöntemiyle yazıldığından başlıktaki konuya gelecek zamanım kalmadı onu da yarın yapacağım.