Beyaz Saray zirvesi
Amerikan basın vizemi ilk kez 1992 yılında aldım. Yani 25 yıldır aralıklarla da olsa bu ülkede gazetecilik yapmaktayım.
Birçok başkanla Türkiye başbakanı arasındaki Beyaz Saray zirvesini izlemişliğim vardır.
Ancak bunca yıldır hiç bu defa olduğu kadar korktuğumu hatırlamıyorum.
Çünkü bugüne kadarki başkanların hemen hepsi rasyonel veya en azından görünürde rasyonel olmaya çalışan insanlardı.
Aralarında deli olanlar vardıysa (ki bundan kuşkum var), deliliklerini etrafa fark ettirmeden yaşamayı başarıyorlardı. Bugün ise durum hayli değişik. Beyaz Saray katastrofik bir durumda. Kimin ne dediği belli değil.
Başkanın kelime hazinesi dört beş kelimeye inmiş durumda. Sadece konuşurken değil maalesef düşünürken de sadece dört kelimeyi kullanıyor.
Anlayacağınız Oval Ofis’teki entelektüel düzey, Ivanka’nınkinin bile altına düşmüş durumda.
Durum öyle kötü ki Beyaz Saray’da Jared Kushner’e sanki o bir Heidegger’miş muamelesi yapılıyor.
HİÇBİR KONUDA DÜŞÜNÜLMÜYOR
Beyni sadece dört kelimeyi kullanmaya alıştığından Amerikan yönetiminde şu an hiçbir konuda genel bir strateji bulunmuyor. Sadece dört kelime kullanılarak strateji oluşturulamadığından olsa gerek bugün dünyanın en güçlü ülkesi olsa bile stratejisi bulunmayan, sadece absürd biçimde gündelik taktiklerle yönetilen bir ülkeyle karşı karşıyayız.
Obama gecelerini kendisine yollanan raporları okumakla geçirdi. Şimdiki başkan ise neredeyse tüm gecesini övüleceğinden emin olduğu televizyon kanalları arasında gezinmekle geçiriyor.
Televizyondan sıkılınca da tweet atmaya başlıyor. Gecelik entelektüel çabası bundan ibaret.
Tweet’leri neden bu kadar geç saatte attığını soranlara ise bir komedyen şu cevabı verdi: “Çünkü onun asıl ülkesi olan Rusya’da sizin o geç dediğiniz saat mesai saatlerine denk geliyor.”
Durumu özetlemeye çalıştım. Şimdi neden korktuğumu anlatmalıyım:
Anlaşılacağı gibi Oval Ofis’te şu an arıza bir durum var.
Eh, bizim Cumhurbaşkanı’mız da sinirlerine hâkim olmasıyla, olağanüstü sakinliği ile tanınan bir insan değil.
Daha önce şahit olduğum için söyleyebilirim. Erdoğan’ın kafası attı mı gerekirse bir ülke liderini dövmeye bile kalkışabilir.
Yıllar önce bir Arap ülkesinden dönüyorduk. Başbakanlık uçağı Danimarka’ya da uğrayıp Türkiye’ye geçti. Haritaya bakarsanız durumun vahametini kavrayabilirsiniz.
Ülkede bir kişi İslam’ı aşağılayan bir karikatür yayınlamıştı. Başbakan Erdoğan bunun hesabını sormak için Danimarka’ya geçti. Biz diğer gazeteciler ile toplantının bitmesini beklerken birden “Haydi toparlanın, uçağa gidiyoruz. Türkiye’ye hemen dönülüyor” denildi. Apar topar döndük ve havalandık. İçerde ne olduğu resmen açıklanmadı ama ben Danimarka başbakanının suratını topantıdan sonra gördüğümde ne olduysa içerde bunun fazla da hoş bir şey olmadığını tahmin ediyorum. Yumrukla olmasa bile sözle dövdüğüne eminim.
Şimdi durum böyleyken 16-17 Mayıs tarihlerinde Beyaz Saray’da yapılacak zirvenin vukuatsız geçmesi bana mümkün gözükmüyor.
Başkanın hep yanında olan İslamofobik adamları toplantıda konuşurlarsa eğer bu vukuatın kanlı olması da ihtimal dahilinde bence.
Diğer başkanlar gibi rasyonel olsa, deliliğini biraz saklamayı becerebilse, Trump’a danışmanları herhalde bir Kasımpaşalıya ters gitmemesi gerektiğini anlatır ve o da bunu anlardı.
Şimdi ise bunun imkânı yok. O, meseleyi maalesef yaşayarak öğrenecek.
Şimdi bizim Cumhurbaşkanı’mız Kuzey Suriye meselesini eğer rasyonel biçimde konuşabileceğini sanıyorsa fena halde yanılıyor.
Kuzey Suriye gibi bir konuyu Trump’ın anlaması, algılaması mümkün değil. Ona Kuzey Kore bile komplike geliyor, Suriye’ye kafasının basması imkânsız. Bunu gayret etse de başaramaz, ayrıca gayret etmeyeceğine de eminim ben. Adam beyzbol maçı seyrederken bile oyun biraz komplike hal aldığında sıkılabiliyor. Konsantrasyonu sıfır veya eksi düzeyde.
Elinde olsa, yasalar izin verse, kendisine sıkıcı, karmaşık gelen dünyadaki her yeri nükleer silahla yok edip rahat bir başkanlık geçirmek istiyor.
Bir de uyarım olacak, eğer toplantıdan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump’ı ikna ettiğini sanarak ayrılırsa buna da kanılmamalı bence.
Çünkü adamın bir diğer özelliği de konu ne olursa olsun konuştuğu en son insanın fikrine katılıyor. Kendisine özgü fikri olmayan insanların genel özelliği budur, ama ertesi gün aynı konuda başka biri farklı bir şey söylerse ona da aynen katılıyor ve fikrini tamamen değiştirebiliyor.
16 Mayıs’ı bekliyorum, haydi hayırlısı bakalım.