Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUNDAN yıllar önce Ankara’da bir yüksek rütbeli subaydan Türkiye-Amerika arası ortak tatbikatları dinlerken, “Değerlendirmenize göre bizimkiler mi yoksa onlar mı daha iyi?” diye sormuştum.

        Aldığım şu cevap yıllardır aklımdan çıkmadı: “Bunu duyguları dışarıda tutarak bilimsel tespit olarak söylüyorum: Emin olun onların ellerinde güçlü silah ve teknoloji olmasına rağmen bizim askerimiz onlardan çok daha iyi, bu tartışılamaz.”

        Böyle bir cevap alacağımı umuyordum. Bu konuşma yıllardır kafamdan çıkmadı. Bu konuşmadan bir süre sonra Akşam Gazetesi Yayın Yönetmeni’yken promosyon olarak okuyucuya bir bayram hediyesi vermek istedik.

        Bu hediye, 19 Ekim 1915’te Kurban Bayramı’nın birinci gününde Çanakkale’de Zığındere bölgesini savunan 30. Piyade Alayı’mızın posteriydi. Okura verdiğimiz poster, alayımızı toplu halde bayram namazı kılarken gösteriyordu. Fotoğrafta yer alan her asker birer kahramandı, bu namazdan sonra çoğu da şehit oldu.

        Verdiğimiz bu postere okurdan gelen duygusal güzel tepkiyi görünce, gençlerimizin geninde zaten var olan kahramanlık ve vatan sevgisini daha iyi anladım.

        Bugün de aynı ruhsal durumdayız ve tarihimizle, ordumuzla ilgili güzel neler hissediyorsak onu da hak ediyoruz.

        MERT SAVAŞLAR BİTTİ

        Ancak ne yazık ki şimdi bazı kararlar vermek için biraz duygusallıktan kaçınma zamanı. Eğer bunu yapamazsak hepimizin çok sevdiği bu vatana kötülüğümüz dokunabilir. Yıllar önce bana “Bizim askerimiz çok daha iyi” diyen komutanın da belirttiği gibi o teknoloji ve güçlü silahlar faktörü maalesef var.

        Bence mert savaşlar dönemi Birinci Dünya Savaşı’yla kapandı. Şimdi namert savaşlar dönemindeyiz. Ne demek istediğimi de yine yaşadığım bir olayla anlatmaya çalışayım. Bir belgeselden bahsetmek istiyorum. Ortalama, sıradan bir Amerikan ailesinin mutfağında başlıyordu belgesel. Kız, anne ve baba rutin sabah kahvaltılarını ediyorlar. Baba, kıza okulu hakkında sorular soruyor. Ailelere özgü diyaloglar yaşanıyor. Baba işe hazırlanmak için odasına çekiliyor. Çocuk okuluna uğurlanıyor, arkasından köpek havlıyor.

        Baba hazırlanıp aşağıya indiğinde bakıyoruz ki askeri üniformasını giymiş. Çantasını alıyor, karısı ona sarılıp öpüyor, akşam gelirken alınacaklarının listesini de veriyor.

        Adam arabasına binip işine doğru yola çıkıyor. Şehir, çöle yakın bir yer. Araba çöl yoluna çıkıp bir süre gittikten sonra adam kamp gibi bir yere geliyor. Bahçede bazı adamlar basketbol oynuyor. Kafeteryası da dolu. Adam da kahve alıp bir odaya giriyor.

        BİLGİSAYAR OYUNU GİBİ

        Bir ekranın başına oturup çantasını da yanına koyuyor. İçinden öğlen yiyeceği yemek paketini çıkarıyor, kahvesini yanına koyuyor. Ekran açıldığında bir kasaba silueti beliriyor, sokağında bir tank, yanında da bir araba var. Adam kumanda aletini eline alıp bazı manevralar yapıyor. Aynen bilgisayar oyunu oynar gibi bir şey bu.

        Kullandığı aletiyle hedef belirliyor ve bombayı bırakıyor. Ekranda hem tankın hem de yanındaki arabanın yok olduğunu görüyorsunuz. Sonra anlaşılıyor ki bu bir oyun değil, aslında biz burada bir Amerikan askerinin 21’inci yüzyılda nasıl savaştığına şahit oluyoruz.

        O asker o anda savaşın tam da içinde, bombaladığı yer ise ya Irak ya da Suriye’de bir yer. Adam mesaisi bitince evine alışveriş yaparak dönecek. Arada geçen zamanda kaç kişinin öleceği de belli değil. Bir insanın öldüreceği insanlardan savaşta da olsa bu kadar yabancılaştırılması onu seri katile dönüştürür ama bu kimsenin umurunda değil. Namert bir savaş bu.

        Evet biz de bu yeni teknolojileri yapmamız gerektiği gibi geliştirme yolundayız, ama henüz bu noktada değiliz. Vietnam örneğinde olduğu gibi “Teknoloji de yenilebilir” diyebiliriz. Bunu da kabul ediyorum ama benim korkum ve asıl çabam, aşırı duygusallıkla kendimize zarar verebilecek kararları aceleyle almamamız gerektiğidir.

        Diğer Yazılar