Büyük kriz ertelendi
TILLERSON ile yapılan görüşmelerden sonra Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun dediği gibi içine girilen yeni süreç belki sahiden de topu taca atma anlamına gelmiyor olabilir, ama iki taraf da karşı tarafa hücum etmek yerine topu kendi sahalarında çevirerek maçı uzatmaya başladı. Bu aşamada top hâkimiyetinin ABD’de olduğu söylenebilir; çünkü asıl onlar kendi sahalarında top çevirme taktiğini kullanıyorlar. ABD maçta topu çeviriyor, ama oyuna yönelik esaslı bir taktiği de olduğu söylenemez.
Özetle, Washington’daki yaygın kanı, üst düzey temaslardan sonra uçurumun ucundan dönülen büyük krizin sadece ertelendiği yönünde.
Şurası net: İki taraf da ilişkiyi koparma niyetinde değil. Buradaki kaynaklar, koparma arzusunun Washington’da hiç olmadığını, Türkiye’den sürekli gerginliği tırmandırıcı mesajlara rağmen konuşmaya devam kararının çıkmasının büyük bir diplomatik başarı olarak görülmesi gerektiğini söylüyorlar.
TECRÜBEM ‘BEKLE’ DEDİ
Bazı dikkatli okuyucular, dün yazı yazmadığımı fark etmiş olmalı. Mesleki tecrübem, yaşım, her şeyimin iç sesi bana “Acele etme, biraz bekle” demişti. Bu yüzden ekrandan da bir şey söylemedim, yazı da yazmadım. Bu şehir, böylesine hassas ulusal güvenlik konularında yabancı gazeteciye karşı son derece acımasız olabiliyor.
İlgilendiğiniz konu hakkında konuşan her insanın derinden çıkarları olabiliyor. Eğer size ulaşan bilgiyi dikkatle süzüp gerçeği bulmak için yeterli deneyiminiz yoksa istemeden yanlış yapma ihtimaliniz büyük.
Bu Washington’da genelde böyle. Hele siz bir de ulusal güvenlik konularında duygusallığın zirve yaptığı, üstelik sınır ötesi askeri operasyon yapan bir ülkenin merkez, yani dengeli haber veren medyasının bir temsilcisi iseniz üzerinizdeki yük daha da artabiliyor.
Önceki gün olduğu gibi heyecanlı anlarda temkinli davranmak zorunluluk olabiliyor. Bu yüzden konuşma metinlerinin, raporların Washington’a gelip yönetimin birimleri arasında diyalog ortamı oluşmadan konu hakkında yazmak istemedim. Türk-ABD ilişkisinin şu andaki Washington’dan görünümü aşağıdaki gibidir.
WASHINGTON’DAKİ YORUM
- Yönetim, görüşme öncesi Türkiye’de tırmandırılan Amerika aleyhine gerginliği bilinçli bir taktik olarak görüyor. Hatta “Münbiç’e geliriz” sözünü bu sürecin bir blöfü olarak yorumluyor. Yönetim için önemli olan, bu taktiği anlamakla birlikte tehditlerde belli bir eşiğin aşılmamasıydı. Çünkü o eşik aşıldığı takdirde iki ülke arası ilişkinin onarılamayacak kadar bozulmasından korkuluyordu. Bu nedenle karşı blöfler ortaya sürüldü ve sahadaki generallerin “Gerekirse savaşırız” diye açıklama yapmaları için yönetim tarafından karar alındı.
- Amerika, global güç rekabeti koşulları nedeniyle Türkiye’nin Rusya’yla yakınlaşması ihtimalinden çok rahatsız. Bunun için gerginliğin tırmanmasına bir an önce son vermek istiyordu. Son görüşmede de bunun sağlandığını düşünüyor. Washington ne olursa olsun iki ülke arasında konuşma kapısının açık tutulması gerektiğini söylüyordu. İki ülke arasında krize yönelik çözüm için mekanizmalar oluşturulabileceği söyleniyor.
- Washington’daki görüşmelere hazırlık toplantılarında, “Biz Afrin konusunu hiç açmayalım” fikri de ortaya atıldı. Çünkü yönetim, Afrin konusunun Rusya’yla görüşüldüğünü, Türkiye’nin de operasyonun kapsamı konusunda zaten Rusya’yla konuştuğunu düşünüyor. Konuyu kapsamlı açmasa da Tillerson’un elinde Afrin için güvenlikli bir sınır bandı oluşturulması projesi vardı.
MÜNBİÇ KONUSU
- Washington, Türkiye’nin Münbiç’e yürümesine sıra gelmeden sorunun dondurulabileceğini düşünüyordu. Onlara göre bu yapıldı da. Türkiye’ye orta vadede Münbiç için bazı güvenceler verilerek ABD’nin Fırat’ın doğusunda daha rahat olmasının sağlanacağı düşünülüyor. Münbiç’te YPG güçlerinin süreç içinde Fırat’ın doğusuna çekilmesi düşünülüyor. Burada Washington açısından önem olan, bu çekilme yapılırken Münbiç’in güvende tutulması. Bunu da Türkiye’yle müşterek askeri tedbirler alarak yapmayı planlıyorlar.
Amerika’nın Fırat’ın doğusuyla ilgili fazla tutarlı bir stratejisi de henüz yok. Bunun Türkiye’yle yapılacak müzakere sürecinde oluşmaya başlayacağını düşünüyorlar. Yani nasıl bir stratejinin oluşacağı biraz da Türkiye’nin koyacağı tavra bağlı olacak.
- KUZEY IRAK MODELİ
Fırat’ın doğusuyla ilgili Amerika’nın üzerinde düşündüğü iki ayrı plan var.
1- YPG’yi İsrail’in de istediği gibi tamamen İran’a bağlı milislerle uzun vadeli çatışmaya girecek bir güç olarak konumlandırma. Bu YPG’nin, PKK içindeki İran yanlılarından ayrışmasını da içeren karmaşık ve zor bir süreç. Yönetim bunun Türkiye’yle ileride çok daha büyük sorunlar çıkaracağını düşünüyor.
2- Washington’da bir süredir telaffuz edilen Kuzey Irak modeli var. Buradaki birimler, Kuzey Irak’ta Kürt özerk bölgesi oluşurken Türkiye’nin başta buna tavır aldığını, ama sonra çalışmaya başlayınca onları kendisine bağladığını, ekonomik- politik çıkarlar elde ettiğini söyleyip bunun Kuzey Suriye’de de olabileceğini vurguluyorlar. Washington bunun olabilmesi için YPG üzerindeki gücünü kullanarak onu PKK’dan ayrıştırmak için de çalışacak. Aynı zamanda Türkiye’nin ulusal güvenliğine dair bazı güvence mekanizmaları da oluşturulacak. Bu formülün Rusya tarafından da kabul edileceği düşünülüyor. Çünkü Kuzey Irak modeli, Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozan bir gelişme değil.
- YAPTIRIMLAR
Görüşme masasına oturduğunda Tillerson’un çantasında gerektiğinde kullanması için Türkiye’ye yönelik bazı yaptırımlar da bulunuyordu. Konuşmanın tonu gereği buna gerek duyulmadı, sadece Kongre’nin bu konuda talepleri olduğu söylenip bir ima yapıldı. Ancak aynı gün Ankara’ya gelen ABD Dışişleri Bakanlığı Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Wess Mitchell’in, başkentte yaptığı temaslarda bu konuyu Türk mevkidaşlarına anlattığı söyleniyor.
Sonuç olarak, evet büyük bir kriz şimdilik aşılmış gibi görünüyor, ama bu yeni süreç eğer iyi yönetilmezse ileride daha büyük krizlerin nüvelerini de barındırıyor.