Bela 'Geliyorum' demez
DÜN tam bana nadiren olan bir ruhsal denge durumuna ulaşmışken, İstanbul’da bulunduğum müddetçe Washington yazıp yazmama sorunsalını kafamda çözüm gibi görünen bir ara çözüme ulaştırmışken, hayat bile gözüme güzel görünmeye başlamış gibi olmuşken, tam “Artık canımı sıkacak bir şey olamaz; karım da şu anda uykuda olduğundan ruhsal dengemi bozacak hiçbir şey yaşanmaz” diye düşünürken cep telefonum çaldı.
Arayan maalesef Allah onu başımızdan ebediyete kadar eksik etmesin Yayın Yönetmenim Selçuk Tepeli’ydi.
Bu da babamın Hacettepe’deki serserilik günlerini anlatmak için kullandığı, “Bela ‘Geliyorum’ demez, geliverir” sözünün aslında ne kadar da doğru olduğunu gösteren bir gelişmeydi.
Bir dipnot olarak şunu da söylemeliyim bu aşamada. “Babamın serserilik günleri” derken bu günlerin ne zaman sona ermiş olduğu konusunda hiç kimsenin bir fikri de yok, bu da bilinsin.
Allah onu başımızdan ebediyete kadar eksik etmesin Yayın Yönetmenim Selçuk Tepeli hiç konuşmasa, sadece varlığını hatırlatsa bile ruhsal dengemi bozar. Üstelik bu defa konuştu da.
ÇİFTLİK YAŞAMININ GÜZELLİĞİ
Durup dururken bana çiftliğin, çiftçiliğin güzelliğinden bahsetti.
Ben çiftçilik âlemini Kuzey Kore’yi sevdiğim kadar severim, bilmem anlatabiliyor muyum.
O da bunu bildiği halde neden böyle davrandığını merak edebilirsiniz.
Sadece bana kötülük olsun diye yapmış olması mantıklı bir açıklama. Çünkü yayın yönetmenleri bu tür insanlardır ve genellikle yazarlarına düşmandırlar. Yazarların da onları pek sevdiği söylenemeyeceğinden bir denge vardır hayatımızda.
Ama bu defa gerçek farklıydı. Allah onu başımızdan ebediyen eksik etmesin Yayın Yönetmenim Selçuk Tepeli çiftçi yaşamını ve kırsalı gerçekten tutkuyla sever.
Onun için romantik bir gece, her adımında ayağına manda dışkısı bulaşma ihtimalinin büyük olduğu bir ortamda, serbest gezen tavuklar arasında dolaşırken, “Acaba hangi ineği sağsam ki?” diye düşünerek yaptığı gezme anlarıdır.
Hayatta herkes güzel bir tablonun önünde, bir mağazanın kapısında ya da yeni aldığı spor ayakkabısını öperken selfie çektirirken Selçuk Tepeli için en ideal selfie, bir gübre tepeciğinin önünde çekilmiş olanıdır. Adam bu derece hasta yani.
Bana anlattığına göre bu hastalığı Fransa’da okurken başlamış. Fransız köylülerine ciddi sempatisi var.
Ben ilk önce “Acaba bu durum üzüm ve şarapla mı ilgili?” diyerek bir süre bu hastalığını anlayışla karşılamaya çalıştım.
Ama baktım ki o işin tarım yönünü, köylü yaşam tarzını seviyor. Benim gibi köylülük denilince aklına Stalin’in geldiği bir insan için bu son derece üzücü bir durumdu, ama dediğim gibi bela “Geliyorum” demez, geliverir.
Gelince siz de duruma uyum sağlıyor gibi davranmak zorundasınız. Ben de onun bu hayat tarzı tercihini sanki paylaşıyormuş gibi yapıyorum, o da bana fazla zarar vermiyor.
Ancak tam bu aşamada, Türkiye’de hemen herkes adında “çiftlik” olan dolandırıcılar tarafından soyulmuşken Selçuk’un bana çiftlik hayatının güzelliğinden bahsetmesi biraz manidar geldi.
Galiba bu işte bir komplo teorisi de olmalı, ama benim bu aşamada bunu da düşünmeye takatim yok. Çünkü Selçuk sadece tek bir telefonla içimdeki tüm enerjiyi tüketmiş durumda.