Beyin hastalığı salgını
YENİ medya-beyin fonksiyonlarını irdeleyen ve bunlardan toplumsal sonuca varmayı hedefleyen yazılarım nedeniyle birçok bilim insanından, doktorlardan ve psikologlardan telefon alıyorum.
Bazıları yaşanmakta olan sürece "beyin hastalığı" denilmesinden yanalar. Çünkü fiziksel temeli olan bir tür hastalık gerçekten salgın gibi yayılıyor; gayet tabii ki bu bir akıl hastalığı değil, ikisini birbirine karıştırmamak lazım.
"Beyin hastalığı" lafı sizleri itiyorsa, rahatsız ediyorsa bu yazıya "Okumaya veda" gibi romantik bir başlık da atabilirdim, ama sonuçta diyeceklerim açısından bir şey fark etmezdi.
Yapılan birçok araştırmanın sonucu aynı derecede dramatik. Dijital dünyalarda yaşamaya alışmış, bilgilerini internetten almaya koşullanmış beyinler kısa bir süre sonra son derce basit içerikli metinleri bile okuyamaz hale geliyorlar.
İnternet sitelerinde linklere odaklı hızlı okumalar için ekranı aşağıya kaydırmalar ve tablette durmadan ekranla oynayarak konsantresiz bakmalar sonucunda yazılı metinleri soldan sağa ve aşağıya doğru aşamalı okumak yeteneği tamamen ortadan kalkıyormuş.
Yine birçok araştırma gösteriyor ki, burada tek bir insanın sorunundan değil, bir toplumsal olaydan bahsediliyor. Sonuçta sakin ve derin tek başına okumaları yapan bireylerden oluşan toplumdan, en basit metni bile okuyamayan bireylerden oluşan bir topluma dönüşüyoruz.
Yalnız başına çekilerek tek başına yapılan sakin ve derin okumaların beyinleri eğittiği ve beynin rasyonel düşünce üreten bölümlerini çalıştırdığı biliniyor. Önündeki ekrana sürekli hiperaktif biçimde bakan ve orada yazılanları okuyamayan, okusa da artık anlayamayan insanların gözlerinin o sayfadan kaçmalarını sağlayacak linkler aradığı bir dünyanın ciddi bir medeniyet sorunsalı olduğu bir gerçektir.
Sakin ve derin okumaların yok edildiği bir dünya, daha birçok toplumsal olayda hastalığa karşı direnmeye çalışan beyinleri rahat bırakmıyor. Herkesi aynı biçimde teslim almaya çalışıyor bu beyin hastalığı salgını. Sadece okuma biçimimiz değil, diğer bazı sığınma noktaları da ağır bir saldırı altında.
Şimdi bireyin kendini vererek derin bir biçimde müzikle beslenebileceği klasik müzik dünyasına da el atılmış durumda. Örneğin, Virginia'da Wolf Trap arenasında ulusal senfoni orkestrasının Beethoven'in Pastoral Senfonisi performansında konser sürerken şef Emil de Cou sürekli twitler atarak çalınan müziğin anlamını açıklamış. İzleyenlerin de birbirleriyle twitleşmeleri konser süresince teşvik edilmiş.
Bu, sakin biçimde bireyin müziğin sihrine gömülüp beynine enerji vermesini engelleyen bir yeni medya müdahalesidir. Tiyatro izleyicilerinin temsil sürerken oyunu birbirleriyle Twitter'da tartışmaları da teşvik ediliyormuş. Anlayacağınız, ne kitap okurken ne de klasik müzik dinlerken hiçbir zaman aradığımız sakinliği ve derin düşünme imkânını bulamayacağız. Çünkü artık bu şekilde davrananların var olduğu bir dünya istenmiyor.
Buna medeniyet değişimi de demek imkânsız; çünkü bu beyin hastalığı salgını eski medeniyeti çökertirken yerine pek de anlamlı bir şey koyamıyor.
Okuyamayan insanlar tabii ki yazamayacaklar da... Her türlü veriyi, bilgiyi bilgisayar oyunu gibi görüp onlara bakmakla yetinecekler, sonra da Armageddon günü yaklaşacak ve entelektüel çöküş nedeniyle yaygınlaşan aptallığın sonucunda bir çöküş yaşanacak.
Ya o ya da ben gidecektim
EVİN Siyamlısı birden alıştı yeni dünyasına. Alıştı ki ne alışmak, hayatımda gördüğüm en yaramaz kediymiş bu. Korkmasın diye gün boyu odamda duruyor. İlk geldiği günlerde sürekli yatak altında saklanıyordu. Ama dün ortaya çıktı.
Masama oturmuş bir şeyler yazmaya çalışırken birden sırtıma fırlıyor ve kafamın üzerine çıkıp oturuyor. Bebek olduğundan tırnaklarını da henüz ayarlayamıyor ve sırtıma tırnaklarını geçirerek tırmanıyor. Sırtımın görünümü bu halde en son New York'ta Mistress Yuki'nin yanından ayrıldığım gün böyleydi.
Sonunda dayanamadım, "Bu odadan ya o gidecek ya da ben" dedim ve odayı terk ettim. Sonra "Ne yapıyorsun sen oğlum" dedim kendi kendime ve alıp oğlanın odasına koydum, sakin bir şekilde çalışmaya başladım.
Birlikte Pembe Panter izledik
ALP eve gelince, "Bak ikimizin son durumunu anlatan güzel bir film var, gel internette birlikte izleyelim" dedim. Birlikte Peter Sellers'ın mükemmel oynadığı Pembe Panter filmlerinden bir tanesini izlemeye başladık. Cato'nun evde durup dururken Müfettiş Clouseau'ya saldırdığı bölümde oğlum, "Baba bak, bizim gibiler evin içinde" dedi. Ben de oğlumu dünden itibaren evde Cato diye çağırmaya başladım.
Kitaplarım kayboldu bu kesin
AMAZON.COM'dan beklediğim hayati önemdeki iki kitap kesinlikle kayboldu. Şirkete telefon ettim, "Yolladık" diyorlar. Yolladılarsa kargo şirketinde birileri okuyor olmalı kitapları. Bu arada dün kapı belki beş kez üst üste çaldı. Sitenin güvenliği "Kargo geldi" dedikçe umutlandım, ama sonunda ya Rana'nın kendisine aldığı kitaplar ya da kedilere aldığı kumlar geldi.
Ben her defasında hayal kırıklığıyla kendimi öldürmeye karar verdim. Rana, "Niye abartıyorsun" diye sordu. Ben de Karanfil ve Zencefil'i öldürmeye karar verdim. Umarım kedi ödürmeye hapis cezası vermiyorlardır.
Özellikle benim için New York Times'ın birinci sayfasını hazırlayanların dijital devrime karşı neler düşündüklerini anlatan kitap çok önemliydi. Kargo şirketinde bir çalışanın bu kitapla ilgilenmesi hayli garip de geliyor bana. Page One; Inside The New York Times and the Future of Journalism (Yazar David Folkenflik).