Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YAŞAMAKTA olduğu toplumsal süreç nedeniyle Türkçe’nin artık resmen şiddetin dili haline gelmeye başladığını, bu dili paylaşan her toplumsal grubun şiddet lisanına kendi özel katkılarını yaptığını hafta içinde yazmıştım.

        Bu ülkede hayatı gündelik küfürlerle yaşamayan ama her şeye rağmen yaşananlara teorik bir anlam bulmaya çalışan aklı başında insanlardan güzel tepki aldım. Evet, onlar hâlâ varlar ve şu sıralar sessizler. Dolayısıyla şiddetin dilini çözümlemenin ve bu dilden nasıl çıkacağımızı araştırmanın önemine bu destek nedeniyle daha çok inanmış durumdayım.

        İş, bu hale gelmemizin nedenini anlamak için kullandığımız dili yapı çözümüne uğratmak ve barış için yeni bir dil oluşturmak olduğunda, yaşadığımız bu günlerde Yılmaz Özdil’i ele almadan, onu anlamaya çalışmadan yürümek imkânsız oluyor.

        Genelde diğer meslektaşlar hakkında yazmamaya çalışır ve sadece medyacılara dedikodu malzemesi verecek gereksiz polemikler yaratmamaya dikkat ederim. Ama Yılmaz Özdil diğer meslektaşlar kategorisine sokulamayacak kadar önemli bir isim. Biraz abartarak söylemem gerekirse, bugün Türkiye’de onun nasıl yazmakta olduğuyla bir şekilde hesaplaşmadan yazar bile olabilmek mümkün değil.

        Yanlış anlamayın, onun yazısında kullandığı üslup ve stili üzerine laf edecek değilim. Bu yazarın özgürlüğüdür ve hiçbir yazara da şöyle yazmalısın denmemeli. Üsluplar, stiller büyük sorun olsaydı James Joyce gibi bir adamın yazar diye kabul edilmesi mümkün olmayabilirdi. Şöyle söyleyeyim; Özdil’in kullanmakta olduğu üslup ve yazı stiliyle bir problemim yok, olamaz da. Onun yazarlığını çok beğenirim.

        Meselem, bizlerin hangi mecralarda yazdığımızla ilgili ve özellikle Sözcü Gazetesi ile ilgili birkaç laf da etmek istiyorum.

        Gündelik yaşamımızda kullandığımız dilin önemine inanmış bir insan olarak Sözcü’yü kafamdan atmam mümkün değil tabii ki. Bu ülkede eğer bir gün ortak bir barış dilini paylaşmaya başlayacaksak kendi kullandığımız gündelik dilden farklı bir dil kullanan insanlarla konuşmayı öğrenmemiz ve dilimizi ortak paylaşılır hale getirmeye çalışmamız gerekiyor. Sürekli aynı dili kullandığımız insanlara uygun yazar ve sadece onlara doğru konuşursak, anlamlı toplumsal diyalog yaratmamız ve şiddetin dili yerine barışın dilini koymamız mümkün olmaz.

        HABERTÜRK, HÜRRİYET ve alacakaranlık kuşağına geçmeden önceki haliyle SABAH gibi gazetelerin önemi, çok farklı gündelik yaşam dillerini kullanmakta olan gruplara aynı anda hitap etmeyi amaçlamalarıdır. Zaten merkez gazetelerin önemi de, farklı grup ve sınıftan insanlarla aynı anda anlamlı konuşabilecek yeni bir dil oluşturmaya girişmiş olmalarıdır. Şu anda bunu ne kadar başarmış oldukları ayrı bir konudur, bu tartışılabilir. Ama potansiyel vardır.

        HABERTÜRK ve HÜRRİYET’in bu toplumdaki önemleri buradadır. Eğer orta-uzun vadede bu ülkede bir barış dili oluşturulacaksa bunun ilk denenmesi ve oturtulması gereken yer özellikle bu iki gazetedir. Bu yüzden bu iki gazetede yazmakta olan köşe yazarlarına, muhabirlere özel görev düşmektedir. Onlar en basit bir konuyu anlatırken bile çatışmayı ve zıtlıkları kızıştıran dilden kaçındıkları takdirde toplumda barışın dilinin de oturması o kadar kolaylaşır.

        Yılmaz Özdil’in önemi yazar olarak nerede yazarsa yazsın düşmeyecektir. Ama bizlerin kendimiz dışında birer objektif değer oluşturma yönümüz de var. Bu açıdan bakıldığında bir Hürriyet’te yazan Yılmaz Özdil ile Sözcü’de yazan Özdil’in aynı olması mümkün değildir. Aynı durum Emin Çölaşan için de mevcuttu; nitekim o bunun sonuçlarını Hürriyet’ten sonra yaşayıp görmüştür. Bizim gazetelerde bizlerden farklı gündelik yaşam dili kullanıp farklı yaşamakta olan insanlara konuşup onları ikna etme imkânımız var.

        Sözcü gibi gazetelerde ise sadece sizinle aynı dili konuşan ve aynı yaşayan insanlara konuşup onlara yazmak imkânınız var. Bu bir yazarın ufkunu daraltıp işini kolaylaştırırken onu yıpratıp törpüleyecek bir durumdur. Nitekim Yılmaz Özdil’in yazmaya başladığı ilk günkü yazılara gazetenin genelinde bakarsanız, bir kalite düşüklüğünün olduğunu da göreceksiniz.

        Büyük yazarlara bir şey olmaz. Yılmaz Özdil’e de olmayacağı kesindir, ama zorunlu olarak gazete değiştirdiğinde onun toplumsal öneminin hayli darbe yediği de kesindir. Yılmaz Özdil’in Hürriyet’te yazarken bir gün barış dilinin oluşmasına katkıda bulunmaya başlamasına imkân vardı, ama artık bu imkân kaçmış gözükmektedir. Çünkü Sözcü sadece kendi dilini konuştuğu insanlara konuşmak istiyor; farklı dilden insanlara konuşmak gibi niyeti de yok.

        Sözcü gibi bir gazetenin sürekli tiraj tırmanışında olması bile Türkiye’nin içinde bulunduğu uzlaşmadan uzak ve kavgaya yatkın durumunu bence güzel bir şekilde anlatıyor.

        Son söz olarak şunu söyleyeyim: İlk yazı günü sözlerine, hoş geldin konuşmalarına filan bakmayın siz. Ben Emin Çölaşan’ı iyi tanırım. O kıskançtır ve kötülük de yapabilir; bu yüzden bence Yılmaz Özdil o ortamda kendini iyi kollamalı.

        Diğer Yazılar