Başbakan rektörü tabii ki azarlar
ÜNİVERSİTE kampusu içindeki bazı işletmelerde içki verilmesine kızan Başbakan Erdoğan rektörü arayıp hayli sert konuşmuş, azarlamış. Bu duyulunca birçok "Bu nasıl olur?" diyen yazı çıktı.
Neden şaşırılıyor bilemiyorum, çünkü Türkiye'de bunun olmasından daha normal, daha doğal bir şey yok.
Bir defa bu işte en son kızılacak insan Başbakan'dır. Çünkü o, böyle davranmayacağını sandıran hiçbir işareti önceden vermedi, hep dürüst davrandı. Sadece bazı kritik anlarda bazı çevrelerin korkularını, endişelerini yumuşatan konuşmalar yaptı, ama sonraki davranışlarıyla, laflarıyla bu tavırlarını geçersiz kılan adımları da hemen attı. Anlayacağınız Başbakan bu tür konularda bize hiç yalan söylemedi, ne yapacağı ne yapmayacağı çok önceden belliydi.
SORUN BURJUVAZİNİN OLMAMASINDA
Başbakan da, Türkiye'de bir burjuvazi ve burjuva demokrasisi olmadığından, bu yoklukların doğurduğu boşluklardan yararlanıyor ve canı istediği zaman istediğini de azarlıyor.
Burjuvazinin var olduğu ve burjuva demokrasisinin çalıştığı ülkelerde üniversiteler, yetişkin vatandaşlarının öğrenim gördükleri yerler kabul edilir.
ÜNİVERSİTELERDE HAYAT ÖĞRETİLİR
Üniversitelerin görevi sadece bilgi vermek değildir, aynı zamanda onlar hayatla ilgili doğru davranış sistemlerinin öğrenildiği ve iyi vatandaş olmanın pratiğinin yapıldığı yerlerdir.
KAMPUSTA İÇKİ
Burjuvazinin ve burjuva demokrasisinin var olduğu her ülkede hemen her saygın üniversitenin kampusunda içki verilen mekânlar vardır ve oralarda profesörler ile öğrenciler aynı ortamda adam gibi içip adam gibi davranırlar. Oralarda gençler adabına uygun içmeyi ve içkili yerde nasıl davranılacağını öğrenirler; içki içmeye karşı olanlar da adabına uygun ve tercihi farklı olan insanları rahatsız etmeyecek şekilde içkiyi nasıl reddedeceğini öğrenir.
Üniversitelerin görevi aynı zamanda bu şekilde gençleri toplumsal yaşamın çok daha karmaşık ilşkilerine, hayata, hayatta düzgün davranmaya hazırlamaktır.
BURJUVA DEMOKRASİSİNDE SİYASETÇİ BUNU DÜŞÜNEMEZ BİLE
O tür ülkelerde siyasetçiler üniversite kampusu içine karışmayı düşünemezler, düşünseler bile cevaplarını alacaklarını bilirler. Oralarda bir başbakan bir rektörü telefon açıp azarlamayı düşündüğünde, o rektöre başbakana cevap verme cesaretini veren şey sadece o bilim adamının kendisine duyduğu saygı değil o rektörün arkasında duran burjuva sınıfıdır.
Sınıflar sadece ekonomik varlıklar değillerdir, onlar ekonomik temelin üzerine kendilerine ayrı kültür, kendilerine özgü yaşam felsefesi yaratabilmiş insanlardan oluşurlar.
Burjuva sınıfının kültüründe ve hayat felsefesinde bireysel özgürlükler, tercih hakları ve serbestisi çok önemli rol oynar. Burjuva demokrasilerinde üniversitelerde özgür gençler bireysel tercih haklarını en iyi şekilde kullanacak ve bu haklarını savunacak şekilde yetiştirilir. Burjuva demokrasisinin devamlılığının bu şekilde sağlanacağı düşünülür.
O tür toplumlarda başbakanlar kampus ile ilgili bir konuda rektörü aradığı zaman kendisine gereken cevap daima verilir. Oralarda hiçbir başbakan rektör azarlayamaz ve şunu da bilin eğer bir gün azarlama gerektiren bir konu oluşursa o zaman da azarlayan taraf rektör olacaktır.
Bu burjuva demokrasilerinde hep böyle olmuştur ve de olmaya devam edecektir.
TÜRKİYE'DE BUNLARIN HİÇBİRİ YOK
Türkiye'de işadamları cumhuriyet tarihinde devlet eliyle oluşturuldular. Çoğu da yoktan var edildiler. Varlıklarını devlete borçlu olan işadamlarının bir araya gelip bir sınıf oluşturabilmesi mümkün değildir. Nitekim bu böyle oldu ve Türkiye'de birçok büyük işadamı olmasına rağmen bir sınıf olarak burjuvazi yoktur, bu yüzden burjuva demokrasisi de olamadı. Onun bireylere yüklediği davranış normlarını bizler hiç bilemedik.
Burjuvazinin olamadığı ortamda profesörler sadece hoca oldular, bir türlü bilim adamı olamadılar. Rektörler de bugün gördüğünüz durumdalar.
KAYBEDECEĞİNİZ NE VAR?
Türkiye'de hiçbir rektör kendisine telefon açıp azarlayan bir başbakana gerekeni söyleyemez; çünkü işadamları gibi o da devletten korkmaktadır, çünkü siyaset davranışlarında çizgi dışına çıktığında onu gerekirse hizaya getirecek bir burjuva sınıfı yoktur.
Ancak buna rağmen bir rektör yine de başbakana gerekeni söyleme yolunu seçebilirdi.
En fazla ne olabilirdi? Yani en fazla rektörlük kaybedilirdi... İdari görevi elinizden alabilirler ama profesörlüğünüze kimse dokunamaz. Bir bilim adamı için asıl önemli olanın da bu olması gerekirdi. Yani bir burjuva sınıfı olmasa da burjuvaziye özgü davranış kurallarının oturmadığı bir ülkede bile rektörler başbakana gerektiği gibi konuşabilmeliler. Çünkü kaybedecekleri rektörlük zincirinden başka bir şeyleri bulunmuyor.
Kuralları koyan bir burjuvazinin olamadığı ve kişisel saygısı nedeniyle minik kahramanlıklar yapma geleneği de bulunmayan bir ülkede başbakanın rektörü telefon açıp azarlaması gayet tabii ki çok normaldir.
Üstelik böyle davrandı diye oylarının artma ihtimali olan burjuvasız bir ülkeyi yönetiyorsa o başbakan yapması gereken en doğru işi yapmıştır bile diyebiliriz.
Klasik müziğe devam
BİR zamanlar klasik müzik konserlerinin futbol seyreder gibi seyredildiğini yazmıştım. Daha sonra konser izleme adabının kuralları Viyana Kraliyet Opera'sının yöneticisi Mahler tarafından konuldu. Bugün öksürmemek, geç kalmamak, yersiz ve yüksek ses çıkarmamak gibi kurallarla disiplin altına alınan konser seyri adabının kökenleri Mahler'e kadar gidiyor yani. O günlerde yeni sert kuralları gören dönemin kralının "Ben klasik müzik konserlerinde eğlenildiğini sanıyordum, seyircinin bu durumuna şaşırdım vallahi" dediği rivayet edilir.
Niagara Şelalesi'nin sesini bastıran ses
İZZET Çapa'yla yaptığımız söyleşide karımın sesinin Niagara Şelalesi'nin sesini bastıracak kadar yüksek olduğunu söylemişim. Bana inanmayan çok oldu. Onlara söyleyeceğim sadece şu, eğer bana inanmıyorsanız o gün bizimle geziye katılan insanlara da sorabilirsiniz bunu. Rana'nın sesi yüzünden onlar bütün gün boyunca ne şelalenin sesini ne de yakınlardaki hava üssüne yapılan jet inişlerini duyabildiler. Üstelik çoğu da bizden en azından 100 metre kadar uzakta durmayı tercih ettikleri halde böyle oldu bu.
Depresyon çocuğa geçer mi?
DEPRESYON hastalığı anneden babadan çocuğa aktarılır mı? Çok insanı yakından ilgilendiren bu konu üzerine New York Times Gazetesi dün güzel bir tartışma başlattı. Konuyla ilgili ilk yazıyı yazan kişi ise ürkütücü bir sonuç verdi ve depresyon hastalığında vakaların yüzde 40'ında hastalığın anne ve babadan çocuğa aktarıldığını söyledi. Bakalım bu iddiaya ne tür itirazlar gelecek ve tartışma ne yöne gidecek?