Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR hafta önce izne ayrılacağımı, tatile çıkacağımı, benim tatilde olmamın bir oksimoron klasiği oluşturduğunu yazmış ve gitmiştim. Benim gibi çok ağır koşullarda çalışırken bile son derece stressiz bir tatildeymiş gibi görünüm veren bir adamın bir de üstüne tatile çıkması felsefi bir anlamsızlık olmasının yanı sıra hem sosyal açıdan kabul edilemez hem de siyaseten doğru sayılan her türlü davranış biçimine uygunsuz olacaktı. Bu yüzden Yunan adalarından Türkiye'ye uzaktan bakarken hep vicdanım rahatsız oldu. Gerçi o rahatsızlıklarım iki duble uzo içtikten sonra geçti, ama benim için nadir olan o vicdan rahatsızlığı anları sanıyorum hayatımda önemli bir anı oluşturacak.

        Adaların çoğunda internet bağlantısı berbattı. İyi olduğu yerlerde ise ben bağlanmayı istemedim. İçimde Türkiye'nin sorunlarına karşı genel bir ilgisizlik ve maksimum bıkkınlık vardı. Kendimi zorlayarak bağlandığım ender bir anda ise İçişleri Bakanı'nın yan gelip yatan yazarlar hakkında söylediklerini okudum. İlk önce bunu üstüme alıp alındım. Sonra tanımı dikkatli okuyunca baktım ki sandığım gibi beni tarif etmiyor. Çünkü ben yan gelip yatıp Türkiye'nin ağır sorunları hakkında ahkâm keserken katiyen puro içmem. Malak gibi yayılıp ahkâm kesmeye başlarken tercihim daima cigarillo'dur. Bunun yanında martini de içerim, martini karıştırılarak hazırlanırsa katiyen içmem, sallanarak olmalı. Benim de bazen prensiplerim olabiliyor.

        BALIK BAŞTAN KOKAR

        Anlayacağınız tatilin hemen başında benim için ilki oluşturan iki önemli olay olmuştu. Bir, vicdan rahatsızlığı denilen şey başıma gelmişti, yani bu duyguyu da sonunda tattım. İkincisi de yan gelip yatarak ahkâm kesen yazarlar hakkında yapılan bir tanım hayatımda ilk kez bana tamamen uymamıştı.

        Bu tatilde daha önce tatmadığım hisleri tadacağım kesindi, nitekim öyle de oldu. İşte gezi hakkında tuttuğum günlükten notlarım...

        MALAKAS

        Gezide ilk kez tattığım duygulardan diğer bir tanesi de utanma duygusuydu. Arkadaşlar plajda yayılmış oturuyorduk. Kinetik duruma geçmeye hiç niyeti olmayan mutlak statik enerji halindeydim. Arkadaşlardan bir tanesi diğerine "Malak gibi yayılıyor" dedi. O arkadaşa hep birlikte "Malak" diye bağırmaya başladık. Hepimiz üstün zekâlıyız ya bir tanemizin aklına bunun Yunanca'sı "malakas" olmalı düşüncesi geldi. Erkek arkadaşlar arasında norm şudur: Ortaya atılan fikir ne kadar absürd, lüzumsuz olursa olsun, hele biraz da tehlike söz konusuysa o fikir hemen popüler olur. Bu erkek olmanın bedeli bir bela gibidir. Biz üçümüz yatmakta olan arkadaşın başına toplanıp "Malakas, malakas" diye tempo tutmaya başladık. Uzaktan bakanlar galiba "Üç geri zekâlı eğleniyor" diye düşünmüş olmalı, Rum bir arkadaş bizden utanarak yanımıza yaklaştı, "Bu kelimenin Yunanca'da ne anlama geldiğini biliyor musunuz?" diye sordu. Biz gayet tabii ki hep birlikte "Biliyoruz" diye bağırdık ve arkadaşımızı gösterdik. Rum arkadaş Yunanca'da "malakas"ın "kendi kendini tatmin ya da "Git kendini becert" anlamına geldiğini ve bunun ciddi bir hakaret oluşturduğunu söyleyince, biz yiğitliğe leke sürdürmemek için daha da neşelenir görünmeye çalıştık. Hiç kimsenin suratında utanç belirtisi yoktu, ama benim içimde bana yabancı olan duygular belirmeye başlamıştı. Bu, üzerine çok şey duyduğum o meşhur utanma duygusu denilen şey olmalıydı, arkadaşlarım da renk vermiyorlardı ama onlarda da aynı şey olduğuna emindim çünkü olaydan sonra hep birlikte efkârdan 15 şişe uzo içtik. Gerçi 13'üncü şişeye doğru efkârımız neşeye, utanma duygusu denilen şey de özgüvene dönüşmüştü yani her şey normale dönmüştü. Yıkılmamıştık, ayaktaydık.

        O ÖZGÜVENLE

        Eğer bu dünyada Yunanistan'daki tek yönlü yolların hemen hepsine kısa süre içinde girme rekoru diye bir şey varsa bunu ben kırmış olmalıyım. Üstelik yanlış biçimde girdiğim tek yönlü yollardaki karşıdan gelmekte olan bütün arabaların şoförleriyle de kavga ettim. Bunun yanında Rodos'taki meşhur Alexis restoranında da kavga çıkardım, oteldeki bir personeli işten kovdurdum ve üstelik bütün kavgalarımda da haklıydım. Özgüven denilen şey de işte böyle bir şey, ben ne yapayım.

        RANA

        Bu gezide Rana çıldırmış gibiydi. Gezide olmadığı anlarda bile tımarhanelik deli gibi davranabilen bir insanın daha fazla çıldırmasının ne anlama geleceğini umarım tahmin edebilirsiniz. Daha ikinci günde Yunan servis personeline iş etiğini ve kibarlığı öğretmek gibi imkânsız bir işe girişti. Bunu kendine neden misyon edindi bilmiyorum ama bu arzunun sayısız büyük tartışmalara neden olduğuna emin olabilirsiniz. Bilmeniz gereken bir başka şey de, ben hemen her ortamda ne kadar haklı olsam da haksızlıklara ses çıkarmam ki bana bulaşmasınlar; Rana ise her türlü haksızlığı davet ediyor ki daha sonra hesap sorabilsin, çıngar çıkarabilsin. En hafif geçen bir tanesini anlatayım. Arabayla otelin karşısına yaklaştık, paketleri indireceğiz. Birden bire geçmişte Kıbrıs'taki Türk katliamlarından sorumlu olduğuna inandığım bir adam belirdi karşımızda. "Hemen gidin buradan" dedi. Rana "Bir dakika ver bize" dedi, ki bu Rana'nın kendisine kaba davranan bir insana bu kadar nazik davrandığına şahit olduğum ilk andı. Dedim ya bu gezide ilk olan birçok şey oldu, sonra adam bize "Pislikler" dedi İngilizce. Rana bu defa adama "Pislik görmek istiyorsan her sabah aynaya bak" dedi. İstifini bozmadan paketleri indirdi. Sonra direksiyonun başına geçti ve penceresini indirip "Bay pislik" diye bağırdı ve adam dönünce de ona bir Marilyn Monroe öpücüğü yolladı ve bastı gaza gitti. Bu benim gibi fazla göze çarpmayı sevmeyen bir insan için bile reddedilmesi imkânsız güzellikte bir manevraydı. Ona takdirlerimi bildirdim.

        EŞEK OLMAYI İSTEDİĞİM AN

        Simi yolcu limanında taksi bulundurmuyorlar. Taksiler üç kilometre uzakta duruyor. Bu ülkede ekonomik kriz filan olmadığından Yunan taksiciler çalışmaktan fazla hoşlanmıyorlar. Siz daha önce uğradığı her adadan hediye toplamış bir ailenin mensubuysanız, bu o üç kilometrede canınızın çıkması anlamına geliyor. Nitekim yolun sonuna doğru bitip tükendim, yükü taşıyamaz hale geldim. Bütün samimiyetimle söylüyorum, o anda keşke "Lindos'ta gördüğüm güçlü eşeklerden bir tanesi olsaydım" diye düşündüm. Ama bu fikirden de hemen vazgeçtim çünkü ailenin eşeği olsaydım tüm yüke ilaveten Rana çocukla birlikte üstüme binerdi ve eşek olmak bile canımdan bezdirirdi diye düşündüm. (Boşuna "Zaten ailenin eşeğisin" esprileri yapmayın, çünkü öyle basit esprileri banal buluyorum ve yapandan da tiksiniyorum. Banal espri yapılması gerekiyorsa onu da ben yaparım tamam mı!)

        Diğer Yazılar